16 Eylül 2009 Çarşamba

keşke arabesk söyleseydin anne.. deme ne olursun!



hatırladığım kadarıyla ilk başta yattığım odanın aynısıydı. ne küçük sayılabilir ne de büyükçe bir oda. kapının sağında bir yatak ve onun karşısında bir öteki; yatağın bittiği yerde ise bir pencere, bilumum böceğe karşı cam da telli ve ikinci kattayız. ha bir de karşı duvarda bir dolap var, tek kapılı. dolabın kapısı odaya dönük değil, kapısı duvarla bir olmuş.


saat sanırım dört buçuk-beş suları. pencereyi rüzgar usulca dövüyor. sanki benim kulaklarıma eğilmiş Nirvana bana özel söylüyor; something in the way ımmmm mmm.. hafif bir ürperti adamda gark oluyor. bense kapının üstündeki köşebentte izlemekteyim, izlemekten daha fazla hissetmekteyim olan biteni. çünkü bu benim rüüyam. ama ben bir üçüncü şahıs da değilim hatta ne üçü iki kişi var gibi başında. adamın boyu uzunca. saçları da yeni traşlı diyebiliriz; fakat losyon kokusundan ziyade ortama sabahtan kalma şampuan ve duş jeli kokusu hakim. nemli, basık oda havasında burnuma gelen koku sadece nem. kot pantolonlu sanırım livays beşyüzbir, üstünde omuzlarının hoş kavislerini aşifte eden gri bir tişört var. ayakkabılarının altında da yine gri çoraplar.. ayakkabının rengini ise hatırlamamaktayım, burada gariplik başlıyor diye düşünüyorum. kapının yanıbaşındaki yatakta herhangi bir örtü yok. ayak ucuna doğru yanık-yırtık olan ve yataş marka olmayan yatak nevresimsiz, çıplak. kendi yatağına yumuşatıcı ile yumuşamış, burnunu içine gömdüğünde deterjan kokularını alabildiğin mor çiçekli bir nevresim serilmiş, Belkıs tarafından. temizlikçi Belkıs, aşifte Belkıs.



sonra, ..



sonra sanırım adam ışığı yakmadan odaya girdi ve ayakkabılarını tam odanın orta yerine, iki yatağın ortasına, çıkarıverdi. etrafına göz atıp pencereye yöneldi. eliyle yokladı açıklığını ve kapalı olduğundan emin olup gri tişörtünü bir hamlede üzerinden attı, kotu halen bedenini sarmalamaktayken. işte tam bu sırada iki yatağın arasında bir pencere beliriyordu. asıl pencereden, diğerinden, boyca daha kısa ve açık. adam hiç bir şeyi farketmedi, sadece ben görüyordum pencerenin geldiğini gaipten. pencerenin olduğu duvar bir kaç metre öteye gitti, adamdan uzaklaştı. açık pencereden saydam ve tombulca bir kadın girdi içeri. bedeni saydamdı. çok sonradan anladım ki o bir ruhmuş. o anda düşünemiyorsun ruh olduğunu. kadın, erkek gibi kısacık saçlıydı ve yaşlıydı. sonra beni görürmüşçesine yüzünü döndü. pencereden esen yel onu üşütüyormuş gibi elleriyle kollarını sıvazladı. o soğuktan daha dondurucu olanı ise bir saniyeden daha kısa bir süre bana gülümsedi. şairin dediği gibi..


güldü mü cenazeye benzerdi..


bu mısraların şiiri aklımdan bir bir geçti ve ben gerçekten dehlize gömüldüm. uyanmak istiyordum. eğer o an uyanmaz isem bir daha uyanamayacaktım ve kurtulamayacaktım sanki bu karabataktan, karabasandan. kadın, daha adam ayakkabılarını çıkarıyordu ki yatağa geçti ve yüzükoyun yattı yatağa. öyle alışılagelmiş hareketlerle yatağı kavradı ki ben anladım yüzlerce yıldır aynı şeyi yaptığını; o yatağa her gece gelip, her gece orada uyuyakaldığını. adam görmüyor orta yaşın üzerindeki, kendi yatağına uzanmış kadını. ve bunlar olurken tam da tişörtünü çıkarıp el çabukluğuyla elini asıl pencereye uzatıp yokluyordu açıklığı. pencere kapalıydı ve adam uyuyabilirdi. ben şaşıp kaldım. çünkü adam kadını görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, görmüyordu, ya görmüyordu işteee!!! ben kıvranmaya başladım, bağırmaya başladım, kısıktı sesim.



bir tek kendime bağırmak istiyordum. amacım biri duysun diye değil, ben uyanayım diye. uyanamadım. ben uyanamadım, sesimi yuttum. sesimi bedenim yuttu. adam yatağa, yüzü üstü uyuyan kadının üstüne uzanacaktı uyumak için. uyumak içindi sadece, çok masumcaydı. ve tam burada, tam bu anda yatar yatmaz sıçrayıverdi adam anice yataktan. ayağa fırladı. sanki elindeki kumandayla x32 ile geri sarıldı video. adam ne olduğunu şaşırdı, ben ona diyemesem de o anladı orada birinin uzandığını. yattığı an kadının saydam bedeni üzerine, birleşti görüntüleri ve adam buzulların ortasında kalmış gibi dondurdu bedenini o ruh, o ruhun sakin, yutuveren serinliği. ben de anladım ki ruhlar dünyadaki en düşük dereceye sahip bedenlerdir. ben de anladım ki ruhları gördüğümde ortamın neden düşük ısıda olduğunu. ben de anladım ki ruhtu o ve uçuverip yatağıma kondu. yabancı bir adam da onun üstüne uyumaya yattı ve bir çırpıda kalktı, dumur oldu. ben de güm gümlerle uyandım, bir kaç sigara yakmaya yeltendim olmadı. salondan odama yansıyan ışıkla yetindim. yarı karanlık yarı aydınlık, yarı çıplak bedenimle tek başıma bir evde karanlığın orta yerinde kalmayı anladım. bu nasıl bir duygudur bilir misin? bilemezsin yavrum, bilemezsin. kim bilir ben ne ruhların üstüne uzandım uyumaya? bu rüyayı gördükten sonra ben bir daha ben olamam bir başıma karanlık odalarda. sanırım bir ruh dikilmiş yatağımın karşısına ve beni gözlemekte. şu an bile sanıyorum ki tam arka tarafımda salonun ortasında biri beni izlemekte. halbuki yalnızım. ya da ben öyle sanıyorum.



pencere ani olmayan bir rüzgarla iteleniveriyor yine..

Hiç yorum yok: