18 Aralık 2012 Salı

aslı

kendimi yıkmağa hakkım var. ama onu?

anne, 

bana niçin sevilmeği öğretmedin?

13 Aralık 2012 Perşembe

aslında

sabaha karşı 6 sularında birkaç kısa rüya gördüm. hepsini tam olarak hatırlamıyorum. seninle bir cafe'de idik. önümüzdeki masanın boyu kısaydı. kasıklarının biraz üstü ile göbek deliğinin arasında bir yerde bitiyordu. çünkü üst bedenin uzun gelmişti. karşımda kıkırdıyordun. mutlu iki kişiydik. elinde benim sevdiğim bi kupamı tutuyordun. beyaz, minimal bir kupa. "edaağ, bak bak sen böyle mi tutuyordun, hı hı? böyle mi mmm.." diyip iki elinle kupayı kavrayıp karşılıklı parmaklarını birbirine kenetliyordun. gülümsüyordun, hatta kahkaha atmıştın kupa tutuşuma. hep sesin vardı, kupayı sürekli dudaklarının hizasında tuttun. gözlerini ve alnını hatırlıyorum. çok seviyordum. 


bunun hemen ardından ve son olarak: iş yerimdeydim. saat üç sularında yine bir başıma çalışırken Mehmet Bey yanıma geldi. mütemadiyen terliydi ve yüzünün belirli yörelerine dağılan kırmızılıklar vardı. başımda durup benden yapmamı istediği işi anlatıyordu. kesik kesik konuşmalar. dikkatini anlatacağına tam olarak veremiyordu. sıkılmıştım. ara ara yüzümü bilgisayardan alıp dinlediğim etkili olsun diye yüzüne bakıyordum. bunu neden yapıyordum? daha çok bilgisayara bakmak istiyordum. ama Mehmet Bey'in yüzünde somutlaşan, sıkıntılı bir ifade vardı. işte görüyordum. ciddi bir şey anlatırken sesi tizleşiyor, işimin üstünde otorite kurma güdüsünü hissettireceği yerde ise gülmesi geliyordu. bunları ona sıkıntısı yaptırıyordu. ilk defa dosyayı iki eliyle tuttuğunu görüyordum. dosyayı dudaklarının üstüne götürüyordu işte o arada kasları omuriliğini yenerek gevşiyor ve fütursuzca gülümseyen bir surat beliriyordu. yanakları neyse neyse; son sıra gözlerinin de içi gülüyordu. artık öyle bir hal aldık ki; anlattıklarına itimat gösteremiyor, sürekli bu yaşlanmanın tahayyülüme etkisiyle genişçe bir ağaç gövdesinin kıpırdanışlarını izliyor gibiydim. terlemesi artıyor. mimiklerinin peşi sıra bir yığın ingilizce, farsça, arapça cümleler kuruyordu. Mehmet Bey türkçe bilmiyor ki. hızlanıyordu. elinde dosyaları sıkıca tutmuş, kağıtta parmaklarına inen terle büyükçe lekeler bırakmıştı. ne oluyordu? bana baktı. ağlamağa yakındı. ne yapacağını merak ediyordum. en başından beri istifimi bozmamıştım. Mehmet Bey son sıra iyice kötü bir insan olmuştu. sıtkımı sıyırmıştım. his bile edemiyor idim. biraz yakınlaştı ki eyvah, teri bana damlayacak şimdi diye düşündüm. yaklaştı. yaklaştı. güldü mü? ağladı mı? bedenini bir anda sağa çevirdi, elinde dosyasıyla epey yüklü bir hırıltı çıkartıp koşarak kendini kapının karşısındaki bal rengi duvara çarptı. işte. ağlıyordu. bir daha çarptı. içindeki neyse, dışarı çıkmadı.

20 Kasım 2012 Salı

işin aslı

O gün sen konuşurken; senden habersiz, konuştuklarından apayrı bir şey farkettim; ben senin birlikte olmak isteyeceğin biri değilim.

3 Ekim 2012 Çarşamba

"let me fall into the dream of the astronaut"


“Singapur’a gidiyoruz. Hindistan filan cruise öyle.”

Ölüm nasıl bir şeydir? Ölmeyeni zorlar mı? Dayanıyor mu insan ölmeye? Öldükten sonra da ölüme dayanmak var mıdır? Yaşarken yaşamaya dayanmak gibi. Dayanmak, acısını kabul etmek veyahut da acısını kimi zaman reddetmek. İnsanın yaşamı alırken acı çekiyor olmalı. Bu acı belli bir eşikte olduğundan biz bağışıklık direncimizin o seviyeye çekildiğini bilemedik. Öyle bihaber... Allah aşkına burnumuz bile belli bir müddet sonra mütemadiyen kokladığı kokuya hissizleşiyor.

“Gel bak Seval, gel. ‘gemiler apartman gibi zaten, müthiş.’ Çok güzel tabi. Burdan Endonezya, Malezya, tekrar çıkıyor yukarı Phuket’e.”

Ölüm ne ifade etmeli? İnsan mı ölüyor, zaman mı? İnsanla zaman aynı anda bir süreklilik içinde ölüyor, değil mi?  Yazarımı arıyorum. Burada bir genç kız kendi yazarını arıyor, lütfen? Lütfen? Lütfen?

Kendimizden nefret mi edelim? Hadi buna devam edelim. 

It's Not by Aimee Mann on Grooveshark

"belki ben sana sevmeyı öğretemem,
ama sen de bana, unutmayı öğretemezsin.

belki ben sana kavuşmayı öğretemem,
ama sen de bana, ayrılığı öğretemezsin.
"

21 Eylül 2012 Cuma

ha ha

Ha Ha by emiliana torrini on Grooveshark


Kaç lira ediyorsun? Bir söylesene ederin ne? Değerini buluyor musun aramızda?

Ah durun durun size yüreklice bir şey anlatmağa niyetlendim. Ben şimdi aşık olma aşamasındayken niçin onun her hesapsız(!) hareketi benim daha önceden hayata durup baktığım manzara ile ilişkileniyor ki?

ben şimdi aşık oldum ya 
artık her şeyin seninle bir ilgisi ortaya çıkar 
işte bunlar hep detay
ahh olmasa detay
insan neyle seni aşar

I imagine so many things.





2 Eylül 2012 Pazar

kitap okundukça uyandırır, uyutmaz ki

yazılmayı bekleyen, henüz sıraya girmemiş onlarca yeni cümle kafamın içindeki makineyle boğuşuyor. ben sana ne oyunlar oynamasa diye egomla sevişiyorum. bak sana eski bir cümlemi buldum, kağıda yazmıştım lakin hiç sesimle uzaya göndermemiştim. "Modern erkekler benimle anlaşamaz."

küçükken babam tüm duyduğum seslerin, kulağımın algılayamadığı sesler dahil uzaya gittiğini söyledi. devamını getirmedi bu nedenini tam hatırlamadığım açıklamanın. ben de o seslerin uzayda biriktiğini düşündüm hep. dünya oluşalı beri çıkan tüm seslerin uzayda halen devam ettiğini, orada tüm seslerin aynı anda ve sürekli bir şekilde var olduğu yani susmadığı hülyasındaydım. şimdi yazmaktan çok yazılanı silme eyleminden oluşturacağım bu yazı da meydana gelirken çıkan tuş seslerinin anlık olduğunu mu sandınız siz? o kadar tuş sesi bir an için, şu an bu yazı için mi çıkıyor? hayır. bir kere olmuş olan bir şey nasıl yok olur, enerjinin korunumu bunda nasıl geçerli olmaz? eksik değil bilgim. umarım o sesler, parmakların tuşlara uyguladığı basma-basınç enerjisi falanı filanı toplayıp öyle öyle demez aranızdan biri. bu bir hülya çünkü. benim kurduğum ve içinde içini ciddileştirerek yaşadığım bir hülya. o seslerden hangileri sana aitse içinden biri benim diyelim 13 yaşımda söylediğim "bozuk para yoksa sakız da olur." cümlesine senin geçen gün tam 26 yıl 12 günlük halinle yüzüme sarfettiğin "kendini tanıyor musun?" cümlesine cevap olabilir. çakışabilir. ne çakışması bunlar birbirleriyle ilişkiyi bayağı ilerletmiş bile olabilirler. inanmıyorum. açıklayamıyorum tam olarak.

batıdan bile isteye aldığım tüm psikolojik ilimleri/delilikleri belli bir süre avrupa'da yaşayarak avrupalıların üstünde pekiştirmek istiyorum.

staying up too late having conversations interspersed with kisses.


8 Temmuz 2012 Pazar

dudaklarimizin mimarisi

Son bir bucuk senedir elimi surmedigim, gozume gostermedigim gibi piyano calmak icin bayginlik geciriyorum. Siz hic Wagner dinlediniz mi hanimefendi? Ah hanimefendi, dudaklarinizin mimarisi...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

beyaz bluzlar

rahat bırak beni deyip siktir olup gidiyordu. sonra dönüyordu. yine dönecekti, biliyordum. ama rahat bırakmak istemiyordum. niçin? ben salak mıydım, hiç anlamıyordum. acı çektiğim kadar çektirmesini ve kıvrandırmasını da öğrenmiştim ve aman vermiyordum.

AMANN!

vermezdim, ben öyleydim.

bencildim. Aslan burcuyum; şehvetim de, vermeyişim de, kaybediş ve kazanışım da büyük, 'öyle olmalı' güdümle tırmalıyordum. tırmalanan yer ha onun götü ha benim kollarım olsun, ne ki? kendimi kollarımla sarmalar, tırnaklarımı kollarıma geçirir sarmalayışımdan kendimi kurtatır gibi ellerimi aşağıya doğru çekip .. sus tamam salak.

geceliğimin sonuna yolculuk. alın size oyun yaptım. tumblr çıkmışken blogspotta dolanan, takip edenleri seviyom.

koca kız oldum, öpüşelim mi?


12 Mayıs 2012 Cumartesi

serinim




'feet don't fail me now
take me to the finish line
all my heart, it breaks every step that i take
but i'm hoping that the gates,
they'll tell me that you're mine
walking through the city streets
is it by mistake or design?
i feel so alone on a friday night
can you make it feel like home, if i tell you you're mine
it's like i told you, honey

don't make me sad, don't make me cry
sometimes love is not enough and the road gets tough
i don't know why
keep making me laugh,
let's go get high
the road is long, we carry on
try to have fun in the meantime

come and take a walk on the wild side
let me kiss you hard in the pouring rain
you like your girl's insane
choose your last words
this is the last time
cause you and i, we were born to die

lost but now i am found
i can see but once i was blind
i was so confused as a little child
tried to take what i could get
scared that i couldn't find
all the answers, honey

don't make me sad, don't make me cry
sometimes love is not enough and the road gets tough
i don't know why
keep making me laugh,
let's go get high
the road is long, we carry on
try to have fun in the meantime

come and take a walk on the wild side
let me kiss you hard in the pouring rain

choose your last words,
this is the last time
cause you and i
we were born to die

come and take a walk on the wild side
let me kiss you hard in the pouring rain
you like your girl's insane

don't make me sad, don't make me cry
sometimes love is not enough and the road gets tough
i don't know why
keep making me laugh,
let's go get high
the road is long, we carry on
try to have fun in the meantime

come and take a walk on the wild side
let me kiss you hard in the pouring rain
you like your girl's insane
choose your last words
this is the last time
cause you and i
we were born to die'

4 Nisan 2012 Çarşamba

4 Mart 2012 Pazar

kendimi yeterince sevemedim ben, zorunda mıydım..

başım ağrıyor. canım sıkkın.

canım sıkkın'ı kim buldu allah aşkına? bu hissi böyle elini şöyle bir sallar gibi mi, rahat mı, suyun içindeki saçların dalgalanması gibi mi ifade eden o adam kim? aklından neler geçince sıkılırsın? hiçbir şey geçince mi, her şeyin aynı anda üşüşmesi halinde mi, üşüşenlerin canına batıp da geçirmesi halinde mi? hangi halde lütfen buna bir netice verelim. olmadı mı, yeni ifadeler arayalım. bizzat üstlenirim, ansiklopedik de düşünürüm bir yere varacaksak. sağ el - sol el diyagramı gibi her şeyi sıralarım ince ince, bir bir. iş akışını çıkarırım ama his bu, hepsini tanımlayamam ki. sonra bakarsın tüm süreçlerin yanındaki ifade A-Sıkılma B-Sıkılma C-Sıkılma D-Sıkılma E-Sıkılma F-Sıkılma ...


bu iki gün çok insanla tanıştım, çok konuştum, çok yazdım... ben ne ara sosyalliğe adım attım? ya da atmadım? insanlarla konuşmak sosyalleşmek demek değildir. insanlarla konuşmak insanlarla konuşmaktır. hiç ilgimi çekmez. kelimeler onları dillendirenlere pek itaatkar değiller, bunu farkedince konuş, konuşma hoş. ama yazmakta daha iyiyim, öyle ustayım ki hesapsızca yazmaya; bıktığınız bile olur inanır mısınız...


lütfen kimseye afferin demeyiniz. o afferin diyen merci asla bir insan değildir. olamaz yani bunu benden daha önce düşünmüş olmalısınız?


ben sanıyordum birinin 'bir de Deniz'i göreyim ölmeden' haberi bana asla gelmez. geliyormuş. yarın cenazesine gideceğim umarım, keşke ölüm bana bir şey hissettirseydi. bir şey öbeği tek şeyi anlatıyorsa ayrı, bir çok şeyin anlamını ifade ediyorsa bitişik yazılır. işte bu ve bundan önceki o cümlede bir şey dedim ya; yani ufacık, taşın unufak olmuş tek-bir toz hali kadar hissi bende vuku bulsaydı.. buna sevinirdim ama bence siz sizde var olan bu hissin var olmasından ötürü sevinmiyorsunuz.


çok zavallı biriyim. ama hayatımda ezik kelimesinin geçtiği ve anlamlı bir yeri parsellediği bir cümle dahi kurmadım. bana göre o cümlelerin sahibi vahim durumlarda arkadaşlar. kimse adına üzülmüyorum, biri ADINA bir şey hissedemem; bu çok saçma olur.


içini ferah tut ne demek tanrı aşkına!!?? böyle saçmalıklarla uğraşacağınıza Duygum dedi ki dudağın köşesi, yanakla birleştiği yer; oranın neden bir ismi yok ki? önemli bir bölge orası. ona bi isim?

bence dudak dediğimizin kanatları var. yani anlayın işte çok ince dudaklardan bahsetmiyorum. ahha komik oldum! görmeyin beni!

bir gün beni biri görecek diye çok korkuyorum. beni görüp de peşime düşecek, hislenecek diye ödüm kopuyor. kimseye de şans vermiyorum zaten, kendi yarattığı şansı da başına çalıyorum.. sonra kızlarla toplanınca genel beklentiye ayak uydurmak için (ayak uydurmak da ne allah aşkına?? nelere kafa yormuşsunuz..) evet yaa olsa iyi olurdu filan diyorum. hadi ordan. aseksüel olmayı daha da araştırmalıyım.

şu da var ki içinde dokunma geçen her şeyi çok severim. ürperme... (mastar değil olumsuzluk eki!)


yarın hava nasıl olacakmış? sorusunu her zaman bir insana sorun. eğer cevabında size kendi havasından bahsediyorsa ona naif hisler besleyin, ben bile çok severim o insanı. ona `karşı` demedim dikkat et..

teoman müziği bırakmasaydı... diye kafa yormuşluğum var.

bana benzeyen yani hissetmekte zorluk çeken dostum beyefendi, psikologlara gitmiş, gittikten sonra birini bitirmesine rağmen 2. üniversitelere girmiş, işte sosyalliğe kendini vurmuş(sorunu sosyalleşememek de değildi ama..) filan.. sonra bi baktık sosyallik face'de daha çok zaman geçirmeymiş meğer.. ben de dalga geçtim 'naber la sosyal insan?' diye sonra 'becerebildin mi?' dedim 'biz etrafımızda ne kadar çok insan olsa da hep asosyaliz' dedi. ben de dedim ki bi tane daha öpim mi?, o da: sulu öp ama bu sefer. ben de: selpak yok, neyle silicen-kolunla mı pis, dedim. o da sivitşörtümün ucuyla, dedi. tamam gel, saat yaparız, dedim. sol kolunu uzattı, salak dedim getir yanağını öpcem. duvar saati mi yapcan diyor. güldüm. HAYIR TIMELINE!! dedim, gülüştük.

15 Şubat 2012 Çarşamba

evren çok bozdu

bir gün bana tek taş alacaksan eğer beni hiç tanımıyorsun demektir.

Hikmet, gel BENOL.

hani 3 suları, akşama doğru 5 suları, sabah karşı 4 suları diyorsun ya; suları demen ne ferahlık veriyor bana anlatamam. üçsularıdiyendudağını öpmek istiyorum. üçsularıdiyendudağınınbükülüşünü hep görebilmek istiyorum.

Kahvaltılıkların kapaklarına çok güzel kuytu köşelerde yer bulan adam; Deniz sana bayılıyor olm, ne duruyorsun..

yine uyumadığım çok da kar yağan bir gecede, ince yastığımı koltuğumun altına aldım. gittim pencerelerden yere en yakın olanının perdesini açtım. yastığı duvarla bitiştirdim, yere uzandım. ordan bakınca kar göğe doğru yağıyordu. EN BÜYÜK YANILSAMA NE ŞİMDİ? SALAK.

benimle karşılaşacak olan adam ya yarı yolda birine takılıp kalıyor ve ben bekliyorum ya da vardığında takıntılı oluyor. bu demek olsun ki ben hep bekliyorum.

yalnız,

onları değil kendimi.


yeni bir anlam doğar mı diye hep düşünüyorum. ne dersin albayım, bu sefer olduracak mıyız?

hepsini bulucam bir bir,

yerine koyucam bir bir.

"bir ayağın bende olsun istiyorum hep."

13 Şubat 2012 Pazartesi

9'larla aram iyidir

ben zeyna'yı çok özledim, belki de ondan süse pek düşkün değilim. izledim yani :// makyajsız ve topuksuzum. ben de niçin sevemiyorlar diyorum. ortalamanın üstünde yüz hatlarım var hatta bir şey daha söyleyeyim mi bazen çekici bile olabiliyorum. ama çoğu anlarımda bunların hiçbirine sahip değilmişim gibi kendime hoyratça davranmayı gayet de kolay benimsedim.

(bu tarlalarda hep kendimden koşuyorum.)

bir el hayatıma dokunuyor, bir his beni peşinden koşturuyor, bir his beni sırtımdan ittiriyor, öyle bir kuvvet ki..

o histen ordu yaratabiliyorum.

bizler bir histen bir ordu yarattık. huzursuzuz.

(boyuna susuyorum, sustukça susasıyorum, öyle çok ki.)

adamı daha önceden sokakta, durakta, otobüste görmüş olmalıyım. görmüş de geçirmiş olmalıyım. gözlerim.. sabah erkenden kalktım derse geç kalmamak için. günün geri kalan yaşanacak 17 saatini unutup avare avare kendimi yalnızca okula varılacak 2 saatlik otobüs yolculuğuna hazırladım. gözlerim... adamı ikinci vesaitime binmeden görmüş olabilirim, sabahleyin adamla birlikte aynı durakta bindiğim otobüsü beklemiş olabilirim, adamla birlikte aynı otobüsü beklemiş ve beklediğimiz otobüse binmiş, en az 40 dakika seyahat etmiş olabilirim. bunların hiçbirini anımsayamıyorum; ama gördüğümü biliyorum. neyse, dedim. çok sıvı tükettim, muhabbetin seçici geçirgenliği yoktur, hep geçirir öyle değil mi? ama benimle girizgahı yapılan muhabbetlerin pek de bir şey geçirmediğini karşılığınızı vermememden anlayabilirdiniz. anlamadınız canım. ben niye hep dinledim onu da bilmem. oysa sizinle ateşli bir münazaraya girişmeyeceğimi de biliyorsunuz. HİÇBİR ZAMAN HEM DE.

eve dönüş vaktimi 1-2 saat daha uzatacaktım.

en son 3 saat uzamıştı ki karaköy-beşiktaş arasında ağaçların sayıca fazla, yerdeki yaprakların ağaçlardan da fazla olduğu ince ama genişçe kaldırımda resmen yürümüyor, uçuyordum inanır mısınız?

"...Benzerin yok dans edenler içinde,
Yok ayakları senin gibi kanatlı."

öfkeden miydi neydi.
yine kulaklığımı çantamdan çıkarmak için vahşice çekiştirirken kablosu kopmuştu önceki gün. arabaların rasgele gelişleriyle onların hızlarına meftun bir kütle çekim kuvvetiyle; o hızımda bile yollarında geçerken kendilerine çekiyorlardı beni.
durağa vardım, az bekledim, iki adımda bindim. yağmur daha ikinci durağa varmadan başladı. ben cam kenarına oturmuştum, öyle rezil ki camdan sular koluma doluyordu. üstelik yanımda bacaklarını açabildiği kadar açıp öyle rahat oturan adamın dizi dizime değmesin diye kastım kendimi. sizden bu edepsiz oturuşunuzdan dolayı nefret edebilecek gaza getiriyorum kendimi. sonra diyorum nefret filan, boşversene nedir yani? bu rahatsızlık hali hiç de 20 dakika önceki uçma durumunun devam filmi olamaz, tutmaz bu. ya Derya abiyi ne zamandır görmemiştim, yanıma gel de bu berbat yeri sana vereyim gülümsemesini içtenlikle fırlattım. kayıtsız kalmadı hatta pek şaşırdı yüzü. arabaya doluşuyorlardı, hemen o dakikada gelemezdi de birkaç durak geçince oturduğum yerin hizasına yaklaştı. nasılsın Derya abi? ne uzun zaman oldu görüşmeyeli, ben pek uğrayamıyorum oda'ya. bilirsin tez mez. ya ben hatırlayamadım seni. Derya abi ben oda'dan Deniz. bana iş ayarlamıştın fuarda, üstelik MMO'nun dergilerini de 5 gün paketlemiştim, hatırladın mı? ya aklım dağınık biraz gerçekten hatırlayamadım. bu arada şaşkınlığı gerçekten hastalık gibi yüzünü sarıya boyamıştı, çakmalıydım. ya Derya abi burs almıştım senden, Devrim ablayı hatırladın mı? O bursu ayarlamıştı, Çetin abinin eşi. maille ayarlamıştın diğer işleri de, odada muhasebeye bakmıyor muydun sen yoksa ben mi başka departmandakilerle karıştırdım seni? allah allah... ya be, ya nas, De, ya benim adım Derya benim ikizim var o da Devrim ama ben seni tanımıyorum oda diye nerden bahsettiğini de anlamadım gerçekten. yalnız sen benim abimi nerden tanıyorsun? ne nasıl Devrim abla senin abin mi? ne? odadan değ, adın Der, ama? nasıl ya adın Derya, ikizin Devrim? pardon ben, özür dilerim.

10 Şubat 2012 Cuma

nevizade sokağı’ndayız, yol boyu meyhane..*

şimdi sizi bi kızla tanıştıracağım tüm bluzleri Medium olan.

söylemesi çok güzel kelimeler var. earl grey. gokhan'ın hazırladığı cdlerin içinde Mary and Max diye bi film vardı, aylarca izlemeyi reddettim saçma sapan bişiydir, aşktır, meşktik izlenilmez diye. neyse izledim işte. adı earl grey olan bi adam vardı. filmi öyle sevdim ki daha kimseye önermedim.

gökhan ismini gokhan olarak yazmayı da çok tercih ediyorum bu aralar. ama ösüz telaffuz etmek biraz zor. damak yapısı sanırım. bi de hunharca kelimesi var, neden ona da hisler besliyorum.

bence çirkin kızlar sadelikle kol kola olmalılar. taktıkları o koca koca boncuklu kolyeler/bilezikler, o parıltılı küpeler, efendime söyleyeyim o dudağından bal damlayacak gibi duran ışıltılı rujlar filan sizi daha güzel yapmıyor. lütfen, gerçeğini benimsemek öyle kolay ki. nerden bulursunuz o iğrenç şıkırtıları, anlamam öyle zor ki. yine de açtırdınız kutuyu söyleteceksiniz kötüyü: ben de turkuvaz taşını çok seviyorum. unutmazsam bir çift küpemin ve bir adet bilekliğimin fotoğrafını çekip bir zamanda sergilemeyi dilerim.

ben efendime söyleyeyim sağır sultaanım sen anla.

bazı sabahlar çok deli kızın çeyizi gibi.

birinizin Hakkımda kısmında inler itim dinler götüm yazıyodu. ananemle ben beğendik seni.

mesela evde bir ayağı daha kısa bir eşya var sağına soluna yatan, hemmen topal ayşe diye kızıyorum ona. insanlarla aram yok, anlayacağınız eşyalarla da.

azalarak biter mi insanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum diyen tip? ben mesela hayvanları çok seviyorum ama insanları tanımıyorum. patronumun evinde Gigi, Bonish ve Brigitte var. adlara göre tahmin edersiniz shih tzu olanı, american cocker olanları(!). ben çoğu zaman kendimi tanımıyorum da. toplumun ahlakına göre ters köşeye yatma meyilimden değil, kendimi irdelediğimde hep başlangıçta takıldığımdan.

her ne ise işte, her ne ise.

parlayan anlatımlarım yok, bu insanlar bot mu?

hani şu elleri hep soğuk olan kadınlar var ya, hah işte ben de onlardanım. ısıtmak için onları bacak arama sıkıştırıyorum, hiç farketmiyo yanımda/karşımda kimin oturduğu. acaba dedim bu sabah da metroda öyle ellerim bacak aramda oturduğum için mi yoksa bakılacak yüzüm olduğu için mi bakıyordunuz bana? belki biriniz cevap verirsiniz; ama yüzümü görmediniz.


oturdum ve yazmak istedim, olmadı üzgünüm Cenk. ben yazmak istedim ama kelimeler? ,dedim. ya kelimeler hani? ,dedim. uykudalar canım efendim, uykudalar.

"az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor... öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor. ilknur'un gözlerinin işi var,benim yüreğim çoktan kovulmayı hak etmiş, boşta gezer... uzaklarda küçük bir çocuk, uyuklamış ninesini sarsıp ''bana masal anlat.'' diye ağlıyor... diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor."

*azalarak bitiremem atilla atalay sevgimi. çoğalarak soğudum ben hep ki.

1 Şubat 2012 Çarşamba

bugünlerde suratsızım, somurtuyorum.

æ yeni kayıt? yeni değil ki bu, kaç çarşambadır düşündüklerim bi sana mı yeni? boşversene...


geceleri uyuyamayan ben yeni duş almış halimle pencereden bedenimin yarısını sarkıtarak sigara içtim, saçlarım ıslaktı, karın yağması durmuştu. artık yağmalamıyordu. ben de sarkabildiğim kadar sarktım, kimsenin görmemesi-öyle umuyorum- iyi oldu yoksa annemlere lâf gelir miydi bilmiyorum ama hastalandım. her yerim ağrı içinde. yine olsa yine sarkardım, saçlarımdan tokayı herkese çıkaramam; ama o gece dünyanın bir yerindeki o sokağa çıkardım. iyi de oldu. dalgalandık.


ya bence bu da saçma: hayatlarımız tanrı'nın durumlarından oluşuyor bence. o'nun durumlarından ibaretiz, hepimiz bir durumuz. durum. durum. drums.

æ acaba günlük tutmaya devam etseydim; her salı günü yazdıklarımı okuyunca periyodik olarak düşünmüş/eylemiş/yemiş/varmış/ayrılmış/çizmiş/dinlemiş/kulak vermiş/.. şeylerin olduğunu görecek miydim? ben günlüğüme böyle şeyleri mi yazıyordum ki? boşversene...


æ sonra saklambacı aradınız, lâ'yı gıdıkladınız. (tanrım, keşke siz de orada olsaydınız!)

lâ'yı gıdıklamak. bas bas dur, bas bas.


æ çok güzel bir yer biliyorsa orda kahve içsinler.


æ yanında kitap getirir misin? dokunamam mı? boşversene...


bu yukardakiler ne saçma, aslında birşey anlatmayı istemek. saçma olan o, neden ki? anlaman gerekir anlatmadan ya, ses çıkararak anlatmadan anlaman gerekir senin. insan ne işe yarıyor ki öyleyse? anlamıyorsan ne işe yarıyorsun? bi boka yaradığın yok canım, sadece internet bağlantın var. birinden iki çift lâf beklemek seni heyecanlandırıyorsa ne diyim ben sana Deniz?