28 Aralık 2009 Pazartesi

you'll never be free of me

29 ocak ghetto:

el kadar bir gök

bana karşı dürüst olmak istiyorsan önce anlattıklarımı unutmalısın. sonra,
...
sonrası zaten hep kalır.
sana insanca duygular besleyen birini, bu duygularından ötürü yüzünü kızartacak kadar hayvansın. işte şimdi pek bir insan oldun.
nasıl hem bu kadar aynı hem bu kadar farklı olabiliyoruz?
şurada bir ateş böceği yere düştü.
gidelim buralardan n'olur,
rüzgara verelim yüzümüzü.
başımızın üzerinde kaldıysa merhamet bulutları,
onlara tutunalım.

22 Aralık 2009 Salı

ben beş yaşımdayken hayallerim dökülmeye başladı.


ve tüm bu geçen zaman boyunca kendime ne yapmaya gayret ettiğimi anlayamadım. aynamdaki o gülüşte bir hançer vardı, kaç yıl oldu hala hatırlarım.



şimdi aklıma gelmiyor; ama bir yerde bir şey unuttum ben, bu gün.



arzularınla, eylemlerini ve cesaretini denkleştirmeye korkuyor musun yoksa? hem yaşamın en değerli süsü dediğin şeyi istiyorsun hem de korkaklığı kabul ediyorsun. hem de çok istiyorum, ama alamıyorum diyorsun...

bu işi yapmaya cesaretin varken insandın.




..ve beynin muhafızı bellek, buhar olur.



üff ne aptalca!

20 Aralık 2009 Pazar

bana eğlenceli sorular soruyorsunuz bayım.

birine aptal dememek korkaklık değildir. insanlar(bazıları) aptal demezler. az da olsa insanların tevazuları vardır. tevazularından(nadir de bulunsa) dolayı demezler. hata yapabileceklerini bilirler.

ama sen, sen niçin insan olmaktan bu denli korkuyorsun?



insan niçin varolduğunun hesabını tutar ki her an? ya da tutmak zorunda mıdır? tamam, varoluşunun nedenini mutlak suretle sorgulamalıdır. fakat benim gibi her an, her fikirde ve olur olmaz her fikrin ne için zihnine düşmesine varacak kadar yapmamalıdır bu eylemi. yoksa ne oluruz?

deli.

sizin de aranızda benim gibiler var mıdır? normal nedir? her duruma kılıf uyduran o sahtekâr normal nedir?

boktan bir durumdur. hepsi bu bebeğim. benim bebeğim.

düşünmekten ipin ucunu kaçırınca sonraya bir şey kalmıyor. belki yine o kapımı çalarlar sonra.

ha bir de;

düşman şairler kardeş şiirler yazar.

demeden geçemeyeceğim.

15 Aralık 2009 Salı

14 Aralık 2009 Pazartesi

ballad

zamanın psikolojik oku ile vurulduk hepimiz. öyle olmasın isterdim. pekiyi o zaman neyle vurulacaktık?

bilmiyorum.

benim bir yerde çoğunuzun okuduğu gibi okuduğum o iki satırlık mana denizinde batmış cümleye katılmıyor oluşum aradığımın bulduğuma yettiği demek değildir. neydi o cümle?


evlilik iki insanın cinsel organlarının tapularını birbirine teslim etmeleridir'e benzer bir şeydi.


ve benim bir yerde çoğunuzun okuduğu gibi okuduğum o iki satırlık mana denizinde batmış cümleye katılmıyor oluşum aradığımın bulduklarıma yettiği demek değildir. neydi o cümle?


benim hayalimdeki aşk iki insanın birbirini sahiplenmesinden öte bir şey.


bunlardan daha farklı olmalı. daha basit.


koşulsuz ve kusursuz. daha aşağısını kabul edemem. olamaz da.


daha basit.

someday you will ache like i ache

"the only boy i understand
the one ashamed to be a man
just rape the world
because you can
that's what it takes
to be a man"

negative feedback

...

bir histen bir ordu yaratmaktır.

-efendim, ne?

12 Aralık 2009 Cumartesi

this is a road story.

ilk sırt çantamı, babamın parasıyla dört yaşımda aldım.
ilk ütümü sekiz yaşımda önlüğüme yaptım.
ilk defa toplu ölümü annemin amcası, yengesi, üç erkek ve bir kız kuzeni katledilirken on yedimde gördüm.
ilk öpüşmemi on dokuz yaşımda yaşadım.
kızlık zarımı beş yaşımdayken annemin boya fırçaları sayesinde kendim bozdum.
ve bunun ardından aynı gün içerisinde bir kaç saat sonra psikoloğa ilk defa beş yaşımda gitmişim.
ilk defa yirmi ikimde evlendim.
yüzmek için ilk defa kollluksuz olduğumda amcam yanımda vardı.
ilk resmimi resim hocam cemileye gösterdim.
ilk defa kutsal acı ve büyük hazzı yirmi üçümde tanıdım.
ilk şehir dışına çıkışım didim için oldu.
ilk defa bir ölüden kalan yadigara odamda yer vermem on altımda oldu. çerçevenin içindeki resmi teneke olan çikolata kutusuna atıp kendiminkini koydum.
ilk yalanım "hayır kahvaltı yapmadım." oldu daha okula gitmezken.
ilk anneannem beni sayısız kere sevdi.
bir erkek tenine ilk dokunuşum dokuz yaşımda oldu.
ilk boşanma davama yirmi üçümde girdim.
ilk intihara kalkışım on iki yaşımdayken oldu.
on dokuzumda, colorado'da baş parmağımı ilk otostopum için kullandım.
ilk intihar eden amcam oldu.
ilk birleşmeyi sekiz yaşımda yanıbaşımda gördüm, duydum.
beni havuzda ilk defa amcam kusturdu sekiz yaşımdayken.
ilk defa otuz ikimde orgazm oldum.
ilk gördüğüm ölü beden babamın babasıydı.
ilk sevgilim benden iki yaş küçüktü, ikinci sevgilim benden on yedi yaş büyüktü.

9 Aralık 2009 Çarşamba

this is not a road story.

aptal.

eskiler alıyorum. eskici.


istemiyordum. hiçbir notaya çalışmak istemiyordum. aptal olmak, görmemek, sağırlaşmak istiyordum. batık devlet üniversitelerinin birinde ucuz bir felsefe bölümü okumak istiyordum belki de, bir ucube olarak. fransız üniversitelerinin birinde para yiyerek ve askıdaki kahvelere destek olarak boş bir hayat geçirmeliydim. ya da ne bileyim çengelköy hıyarcısı bile olabilirdim. ama hiç istemiyordum belirsizliğimi sayende zorunlu kılmayı. bulanıklığı sabitlemek adına bu kadarı istenmemeliydi benden.

siyahi bir ten ve süt beyazı cümleler. marilyn monroe kareleri ve gecekondular. boktan şeylerdi bunlar.

adam kimdi? o ne istiyordu bencilliğine? ne yönünü tatmin etmeye peşimdeydi?

sanırım bana gönül hicazları yapacak değil. fiziksel bir çekim de söz konusu olmadı. yine de beni yiyor. beni yiyorlar küçüğüm. "beni yiyorlar küçüğüm."


bu defteri yakmalı. içi çok boş. dünya bunun hesabını sormadan ateş olarak ödüllendirmeli onu. potansiyelini çabucak kinetiğe dönüştürmeli sorgulanmadan. elektronikleşmiş bu diyarda böylesi insan kokan bir defter çok ilgi çekici olabilir. uyuşmuşları ürkütmemeli. onlar "yutulmuş olmak"tan ahesteler. şimdi kim dört nala koşturacak, hangi "insan seven"?

kalk şimdi, yaslan kitaplara. gerisi önemli değil zaten.


eve geldiğinde yemek yeyip sevişmekten daha başka işler yapacak ve paylaşacak biri lazım o'na.

-bok vardı!
-ne vardı?
-bok vardı!

kimi kandırıyorsun?
Ahenktar soluk alıp vermeler. Alıp vermeler. Alıp vermeler.


"ancak bu suretledir ki, kendimizi alışkanlıkların sürüklediği gayri tabii inhiraftan(sapmadan) kurtarmış; safiyetimize, hakikatimize irca etmiş(döndürmüş) oluruz" o.v.kanık (1941,Garip,Önsöz)

-hangi suretle orhan veli? hangi suretle söyler misin?




hele bu sonuncusu en sevdiğim. binlerce kez aynı pozu hayata ben verdim. ondan görmek de ayrı güzel.


ahmet altan-içimizde bir yer/gel ve al

bazı sahneler, bazı cümleler vardır ki,okyanusların karanlıklarında yüzen fosforlu balıklar gibi hafızanızın derinliklerinde ışıklar saçarak yalnız başlarına dolaşırlar.

kendi içinize kapandıkça,yalnızlaştıkça,haya tın görünen yüzünden diplere kaçtıkça,o sahnelerle cümlelerin ışığı daha keskinleşir,renkleri daha canlanır,onlara dokunmak istersiniz.

tuhaftır,bu tür cümlelerle sahneler,siz onlara yeniden dokunduğunuzda sizi ilk rastlaştığınız yaşlarınıza geri götürürler.

ve ,siz onları hayatınızın bu gününe çekmeye,onları yaşamaya çabalarsınız.

çocukluğunuzla yaşlılığınız arasında ışıklı kelimelerden bir köprü kurulur ve siz o cümleyi ilk kez duymuş olan çocuğun heyecanıyla o köprüden geçerek birini beklersiniz.

ben,çehov'un martı piyesini kenterlerin o yıllarda yeni açılmış olan harbiye'deki tiyatrosunda seyrettiğimde herhalde on iki on üç yaşındaydım.
piyesi çok iyi anlamamıştım.

ama orada bir sahne ve bir cümle vardı.

genç kız,aşık olduğu yaşlı yazara bir madalyon hediye ediyordu.

madalyonun arkasında,yazarın kitabının adı ve bir sayfa numarası kazılıydı.

yazar kendi kitabını açıp o sayfayı bularak benim asla unutamadığım o cümleyi okuyordu:


" eğer birgün hayatıma ihtiyacın olursa gel ve al onu."


cümlenin gücü çocuk zihnimi dağlamıştı.

bir insan,kendi hayatını sunacak kadar çok seviyordu birisini.

cümle,bir hayal sahnesi yaratmıştı içimde.

bir gece trenindeyim.piyesteki yazar gibi yaşlıyım.dışarda yağmur yağıyor.

tren pencerelerinin ışıkları,rayların yanındaki ıslak ağaçlara,taşlara,tarlalara yansıyarak parlak izler oluşturuyor.

başını trenin hafifçe buğulanmış penceresine dayamış bana bakan genç kadın,pencereye vuran gölgesinden yağmur damlaları akarken,kırık,biraz kederlisinden çok kararlı bir sesle bana bu cümleyi söylüyor.


"eğer bir gün hayatıma ihtiyacın olursa gel ve al onu"


ben ona gülümsüyorum.

çaresizliği saklamaya çalışan bir gülümseme bu.

genç kadın,söylediği cümlenin küçümsendiğini düşünüyor ama o kadar çok seviyorki,bu yanılgı bile onu cümlesinden ve duygularından vazgeçirmiyor.

bir zaman sonra ben ölüyorum.

genç kadın bir adamla evleniyor.

aradan yıllar geçiyor.

ve bir akşam, kocasına bu sahneyi anlatıyor.
"bana gülümsedi,diyor önce bunun küçük bir gülümseme olduğunu sandım ama yıllar geçtikçe onun o andaki bakışlarında hissedilen tutkuyu daha çok farkettim,onun için her şeyden,bütün hayatımdan vazgeçmeye hazırdım.bilmem neden,o istemedi.

yıllarca bu hayali kurdum.

böyle bir cümleyi söyleyebilecek,"hayatıma ihtiyacın olursa gel al" diyecek birine öylesine ihtiyaç duyuyordum ki,bana hayatını sunacak kadının varlığını hayalimde hissedebilmek için aynı hayalin içinde ölmeye razı oluyordum.

neden,hayalimde,bana o cümleyi söyleyen kadının elini tutup ilk istasyonda inmiyordum,bilmiyorum.

belki,çehov'un çaresiz kederi bu cümleyle ruhuma sızmıştı.

belki,bu cümlenin devamında yaşanacakları düşünmeye çocuk hayalim müsait değildi.

belki de bu cümleyi dokunulmamış,denememiş bir halde bırakmak istiyordum.

nedenlerini bilmiyordum ama beni bu kadar sevecek ve bana bu cümleyi söylecek bir kadın olsun istiyordum.

böyle bir cümlenin hayatta ancak bir kez ve ancak bir insana söylenebileceğini,insanın hayatında bu sahnenin ikincisi olmayacağını da hissediyordum.

önceleri,kendini yaşlı yazarla özdeşleştiren çocuk ruhum,kendini bu cümlenin söylendiği insanın yerine koyarken sonraları kendimi bu cümleyi söyleyen bir erkeğin yerine koymaya başladım.

sadece beni seven,bana hayatını sunan bir kadını değil,sevdiğim ve hayatımı verecek kadar seveceğim bir kadını da özlüyordum.

ben de söylemek istiyordum o cümleyi.


"eğer birgün hayatıma ihtiyacın olursa gel ve al onu"


bu,cümle okyanusların derinlerindeki fosforlu balıklar gibi gücünü ve ışığını hiç yitirmeden hafızamın ve hayallerimin derinliklerinde dolaştı yıllarca.

aşk denildiğinde aklıma hep bu cümle geldi.
ne zaman aşık olsam,bu cümleye yakalanıp çocukluğuma geri döndüm.

ne kendi sevgimde ne de karşımdakinin sevgisinde bu cümleden daha azına razı olmadığım için huysuzlandım,acı çektim,kederlendim.

bu cümle,ben ne kadar yaşlanırsam yaşlanayım,beni hep kırılgan bir çocuk gibi tuttu.

"eğer diye başlayan bu cümleye dokunan bir yanım,en çabuk kırılan yanım oldu.

kendi hayatında biraz soğuk ve kibirli olan,

büyük aşklardan ve tutkulardan kaçan,

kadınlarla neşeli ve yüzeysel oynaşmaları yeğleyen,

bir dostunun deyimiyle,

"sevmeden iyi ve cömert,bağlılık duymadan müşfik ve dikkatli olabilen"

bir başka dostunun tarifine göre de,

"kalbinin derinliklerinde olup bitenleri yakınlarından hiçbirinin tamamen anlayamadığı"

ama bütün bunlara rağmen tutkuyu,

ihtirası,aşkı bilen,

belki de ruhundaki bu ikiliğin sıkışıklığını yaşayan çehov'un hüzünlü çaresizliği,

tek bir cümleyle benim çocuk ruhuma sızmış,

beni bu cümlenin gücüyle damgalamış ve beni bu cümlenin peşine düşürmüştü.

yıllar geçti,o piyesi seyrettiğim günden bu yana.

yaşlandım

yazar oldum.

gece trenleri geçti.

yağmurlar yağdı.

kadınlar oldu.

hayalimdeki her şey hayatın içinde vardı.

ama bir araya gelip bir trenin penceresine başını dayayan bir kadına dönüşemedi.

" martı" piyesini okuduğunda,bu piyesi sevmeyip,

"sen dantelacı kızlar gibi yazıyorsun"

diyerek alay eden tolstoy'un alaycılığından yaralandığı için belki de piyeslerindeki cümleleri gerçek hayatta söylemekten utanan,

böyle bir cümledeki en ufak bir yalan kırıntısının,

söyleyeni de ,dinleyeni de gülünçleştireceğini hissedip bu cümlelerden korkan çehov'un korkusu bana da geçti.

hem bu cümleyi arayıp,hem bu cümleden çekindim.

bu cümlenin sahte bir sesle söylenmedinin hepimizi "bir dantelacı kız"haline sokmasından korktum belki.

böyle bir cümlenin gerçeğine inanmakta zorlandım.

sadece hayallerimde ve istediğim ses tonuyla söyleyip söylettim o cümleyi.

artık yaşlandım.

kitaplar yazdım.

ölüm de artık başkalarına ait bir masal değil benim için.

ve,bu cümleyi,bu cümlenin bütün gerçekliğini ve gücünü hissederek söylemek,

büyüklerin korkularına esir olan çocukluk hayallerimi kurtarmak istiyorum artık.


"eğer birgün hayatıma ihtiyacın olursa gel ve al onu"

8 Aralık 2009 Salı

mösyö

aşık atıyor havva
ağacın tepesinden
sen misin o diyor
o cesareti armağanladığım tüm kadınlar
ha söyle
bendim diyorum
o suçlu
oldum ve öldüm diyorum.
bahşedildin diyor
bastın üstüme itsin sen diyor
sesim gidiyor daha da gelmiyor yerine

rüyanın bir pasajında kaldı üryan bedenim
analar doğurmadı böyle yabanı
ve sen bilmiyorsun benim bildiklerimi
çokça şaşaalı

7 Aralık 2009 Pazartesi

6 Aralık 2009 Pazar

this is not a road story.

"

bazısı anlattıklarımı öyle bir can kulağıyla dinliyor ki,

bana ve hayallerime öyle inanıyor ki.

çok insanla olmaz bu,

yani belki gençken olur,

belki gençken kardeşlik duygusuna daha fazla sahipsindir.

zamanla yaşama ve insanlara olan inancını yitirdikçe güçleşir her şey,

kardeşlik duygusundan geçtim, arkadaşlık duygusu bile hissedemez olursun.

kırık dökük,

sürüye sürüye

ucube ettiğin

bir şeyler

yaşarsın

işte.

"

illusions and traces...





rembrandt(1606-1669)
illusions and traces :)


illusions and traces..


leonardo-kayalıklardaki meryem/kayalıklar bakiresi


albert dürer-el etüdü/desen


rubens


rubens-héléne fourment


velasquez-aynalı venüs

illusions and traces :)

illusions and traces




illusions and traces :):))

4 Aralık 2009 Cuma

a road story

ne kadar çok ararsam bulamam aslında.
ve ne kadar acele ettiysem de yetişemedim hiç.
bunu birine söylemiştim oysa
'hep geç kaldığımı'
ananem gibi severim
kovaya su doldurup yıkanmayı
ve ben o avam garde duşlarda büyümemişim hiç
son tastaki su ile hızla bir dua yıkardı bedenimi
neydi o bilir misin
deniz yukarı su aşağı
deniz yukarı
su aşağı
deniz
yukarı
su
aşağı
deniz
yukarı
su
aşağı
.
.
.
keşke yalnız bunun için sevseydin beni.

2 Aralık 2009 Çarşamba

isis ilahisi

birinci ve sonuncu olduğum için

hem kutsanan hem aşağılanan benim

fahişe ve azizeyim

bir erkeğin eşiyim ve bakireyim

anneyim ve kızım

annemin kollarıyım

kısırım ve çocuklarım sayısız

evliyim ve bekarım

dünyaya getirdim ve hiç doğurmadım

doğum sancılarının ilacıyım

hem karıyım hem koca

ve beni erkeğim yarattı

babamın annesiyim

kocamın kızkardeşiyim

ve o da benim dölümdür

bana hep saygı gösterin

çünkü ben hem kepazeyim hem muhteşem