18 Aralık 2012 Salı

aslı

kendimi yıkmağa hakkım var. ama onu?

anne, 

bana niçin sevilmeği öğretmedin?

13 Aralık 2012 Perşembe

aslında

sabaha karşı 6 sularında birkaç kısa rüya gördüm. hepsini tam olarak hatırlamıyorum. seninle bir cafe'de idik. önümüzdeki masanın boyu kısaydı. kasıklarının biraz üstü ile göbek deliğinin arasında bir yerde bitiyordu. çünkü üst bedenin uzun gelmişti. karşımda kıkırdıyordun. mutlu iki kişiydik. elinde benim sevdiğim bi kupamı tutuyordun. beyaz, minimal bir kupa. "edaağ, bak bak sen böyle mi tutuyordun, hı hı? böyle mi mmm.." diyip iki elinle kupayı kavrayıp karşılıklı parmaklarını birbirine kenetliyordun. gülümsüyordun, hatta kahkaha atmıştın kupa tutuşuma. hep sesin vardı, kupayı sürekli dudaklarının hizasında tuttun. gözlerini ve alnını hatırlıyorum. çok seviyordum. 


bunun hemen ardından ve son olarak: iş yerimdeydim. saat üç sularında yine bir başıma çalışırken Mehmet Bey yanıma geldi. mütemadiyen terliydi ve yüzünün belirli yörelerine dağılan kırmızılıklar vardı. başımda durup benden yapmamı istediği işi anlatıyordu. kesik kesik konuşmalar. dikkatini anlatacağına tam olarak veremiyordu. sıkılmıştım. ara ara yüzümü bilgisayardan alıp dinlediğim etkili olsun diye yüzüne bakıyordum. bunu neden yapıyordum? daha çok bilgisayara bakmak istiyordum. ama Mehmet Bey'in yüzünde somutlaşan, sıkıntılı bir ifade vardı. işte görüyordum. ciddi bir şey anlatırken sesi tizleşiyor, işimin üstünde otorite kurma güdüsünü hissettireceği yerde ise gülmesi geliyordu. bunları ona sıkıntısı yaptırıyordu. ilk defa dosyayı iki eliyle tuttuğunu görüyordum. dosyayı dudaklarının üstüne götürüyordu işte o arada kasları omuriliğini yenerek gevşiyor ve fütursuzca gülümseyen bir surat beliriyordu. yanakları neyse neyse; son sıra gözlerinin de içi gülüyordu. artık öyle bir hal aldık ki; anlattıklarına itimat gösteremiyor, sürekli bu yaşlanmanın tahayyülüme etkisiyle genişçe bir ağaç gövdesinin kıpırdanışlarını izliyor gibiydim. terlemesi artıyor. mimiklerinin peşi sıra bir yığın ingilizce, farsça, arapça cümleler kuruyordu. Mehmet Bey türkçe bilmiyor ki. hızlanıyordu. elinde dosyaları sıkıca tutmuş, kağıtta parmaklarına inen terle büyükçe lekeler bırakmıştı. ne oluyordu? bana baktı. ağlamağa yakındı. ne yapacağını merak ediyordum. en başından beri istifimi bozmamıştım. Mehmet Bey son sıra iyice kötü bir insan olmuştu. sıtkımı sıyırmıştım. his bile edemiyor idim. biraz yakınlaştı ki eyvah, teri bana damlayacak şimdi diye düşündüm. yaklaştı. yaklaştı. güldü mü? ağladı mı? bedenini bir anda sağa çevirdi, elinde dosyasıyla epey yüklü bir hırıltı çıkartıp koşarak kendini kapının karşısındaki bal rengi duvara çarptı. işte. ağlıyordu. bir daha çarptı. içindeki neyse, dışarı çıkmadı.

20 Kasım 2012 Salı

işin aslı

O gün sen konuşurken; senden habersiz, konuştuklarından apayrı bir şey farkettim; ben senin birlikte olmak isteyeceğin biri değilim.

3 Ekim 2012 Çarşamba

"let me fall into the dream of the astronaut"


“Singapur’a gidiyoruz. Hindistan filan cruise öyle.”

Ölüm nasıl bir şeydir? Ölmeyeni zorlar mı? Dayanıyor mu insan ölmeye? Öldükten sonra da ölüme dayanmak var mıdır? Yaşarken yaşamaya dayanmak gibi. Dayanmak, acısını kabul etmek veyahut da acısını kimi zaman reddetmek. İnsanın yaşamı alırken acı çekiyor olmalı. Bu acı belli bir eşikte olduğundan biz bağışıklık direncimizin o seviyeye çekildiğini bilemedik. Öyle bihaber... Allah aşkına burnumuz bile belli bir müddet sonra mütemadiyen kokladığı kokuya hissizleşiyor.

“Gel bak Seval, gel. ‘gemiler apartman gibi zaten, müthiş.’ Çok güzel tabi. Burdan Endonezya, Malezya, tekrar çıkıyor yukarı Phuket’e.”

Ölüm ne ifade etmeli? İnsan mı ölüyor, zaman mı? İnsanla zaman aynı anda bir süreklilik içinde ölüyor, değil mi?  Yazarımı arıyorum. Burada bir genç kız kendi yazarını arıyor, lütfen? Lütfen? Lütfen?

Kendimizden nefret mi edelim? Hadi buna devam edelim. 

It's Not by Aimee Mann on Grooveshark

"belki ben sana sevmeyı öğretemem,
ama sen de bana, unutmayı öğretemezsin.

belki ben sana kavuşmayı öğretemem,
ama sen de bana, ayrılığı öğretemezsin.
"

21 Eylül 2012 Cuma

ha ha

Ha Ha by emiliana torrini on Grooveshark


Kaç lira ediyorsun? Bir söylesene ederin ne? Değerini buluyor musun aramızda?

Ah durun durun size yüreklice bir şey anlatmağa niyetlendim. Ben şimdi aşık olma aşamasındayken niçin onun her hesapsız(!) hareketi benim daha önceden hayata durup baktığım manzara ile ilişkileniyor ki?

ben şimdi aşık oldum ya 
artık her şeyin seninle bir ilgisi ortaya çıkar 
işte bunlar hep detay
ahh olmasa detay
insan neyle seni aşar

I imagine so many things.





2 Eylül 2012 Pazar

kitap okundukça uyandırır, uyutmaz ki

yazılmayı bekleyen, henüz sıraya girmemiş onlarca yeni cümle kafamın içindeki makineyle boğuşuyor. ben sana ne oyunlar oynamasa diye egomla sevişiyorum. bak sana eski bir cümlemi buldum, kağıda yazmıştım lakin hiç sesimle uzaya göndermemiştim. "Modern erkekler benimle anlaşamaz."

küçükken babam tüm duyduğum seslerin, kulağımın algılayamadığı sesler dahil uzaya gittiğini söyledi. devamını getirmedi bu nedenini tam hatırlamadığım açıklamanın. ben de o seslerin uzayda biriktiğini düşündüm hep. dünya oluşalı beri çıkan tüm seslerin uzayda halen devam ettiğini, orada tüm seslerin aynı anda ve sürekli bir şekilde var olduğu yani susmadığı hülyasındaydım. şimdi yazmaktan çok yazılanı silme eyleminden oluşturacağım bu yazı da meydana gelirken çıkan tuş seslerinin anlık olduğunu mu sandınız siz? o kadar tuş sesi bir an için, şu an bu yazı için mi çıkıyor? hayır. bir kere olmuş olan bir şey nasıl yok olur, enerjinin korunumu bunda nasıl geçerli olmaz? eksik değil bilgim. umarım o sesler, parmakların tuşlara uyguladığı basma-basınç enerjisi falanı filanı toplayıp öyle öyle demez aranızdan biri. bu bir hülya çünkü. benim kurduğum ve içinde içini ciddileştirerek yaşadığım bir hülya. o seslerden hangileri sana aitse içinden biri benim diyelim 13 yaşımda söylediğim "bozuk para yoksa sakız da olur." cümlesine senin geçen gün tam 26 yıl 12 günlük halinle yüzüme sarfettiğin "kendini tanıyor musun?" cümlesine cevap olabilir. çakışabilir. ne çakışması bunlar birbirleriyle ilişkiyi bayağı ilerletmiş bile olabilirler. inanmıyorum. açıklayamıyorum tam olarak.

batıdan bile isteye aldığım tüm psikolojik ilimleri/delilikleri belli bir süre avrupa'da yaşayarak avrupalıların üstünde pekiştirmek istiyorum.

staying up too late having conversations interspersed with kisses.


8 Temmuz 2012 Pazar

dudaklarimizin mimarisi

Son bir bucuk senedir elimi surmedigim, gozume gostermedigim gibi piyano calmak icin bayginlik geciriyorum. Siz hic Wagner dinlediniz mi hanimefendi? Ah hanimefendi, dudaklarinizin mimarisi...

2 Temmuz 2012 Pazartesi

beyaz bluzlar

rahat bırak beni deyip siktir olup gidiyordu. sonra dönüyordu. yine dönecekti, biliyordum. ama rahat bırakmak istemiyordum. niçin? ben salak mıydım, hiç anlamıyordum. acı çektiğim kadar çektirmesini ve kıvrandırmasını da öğrenmiştim ve aman vermiyordum.

AMANN!

vermezdim, ben öyleydim.

bencildim. Aslan burcuyum; şehvetim de, vermeyişim de, kaybediş ve kazanışım da büyük, 'öyle olmalı' güdümle tırmalıyordum. tırmalanan yer ha onun götü ha benim kollarım olsun, ne ki? kendimi kollarımla sarmalar, tırnaklarımı kollarıma geçirir sarmalayışımdan kendimi kurtatır gibi ellerimi aşağıya doğru çekip .. sus tamam salak.

geceliğimin sonuna yolculuk. alın size oyun yaptım. tumblr çıkmışken blogspotta dolanan, takip edenleri seviyom.

koca kız oldum, öpüşelim mi?