30 Temmuz 2010 Cuma

across the universe*

hani gündüzler kısalıyor ya
öyle bir zoruma gidiyor ki


gündüzler kısalıyor
zoruma o gidiyor


gündüzlerin kısalması
zoruma gi
den


öyle bir kısalmasıdır ki
gündüzlerin
zoruma giden


zor ol
an
sal
ma
sı değil mi gündüzlerin?
(yok-sa?)


*fiona apple'dan dinlenirse eğer.

24 Temmuz 2010 Cumartesi

gündüz yarasaları

neyiz ki biz?
ilk ışınları görününce güneşin,
kaparız tepenin gözkapaklarını--
çam değiliz ki, kollarımız açık
ürpererek karşılayalım donuk ışığı.
gölgeler kısalınca çıkarız ortaya,
açıklıktır, aydınlıktır aradığımız,
parlaklıkta bulur gücünü görüşümüz.
tanımayız alacakaranlığı delen,
tepelerin arasından seçen bakışı.--
kör olmuş ışıktan gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.



geceyi düşleriz gündüzken,
geceyken de gündüzü--
yitirebileceklerimiz yitiktir
onlardan uzaktayken -- ama
özleriz, döneriz yeniden
yitirmeden
yitirebileceklerimizi
yitiremediklerimize.
yitirebilirdik, deriz;
ama yalnızca bir fiil çekimi bu--
tutsaklıklara bağlamışız özgürlüğümüzü.
gündüz yarasalarıyız biz.



sağlamdır düşünce temellerimiz,
ama altlarında kist vardır, sonra kum--
dururuz gerçi, sapasağlam, kalın
taştan duvarlarımızla, dimdik
ayakta; ama biraz su, bir sızıntı
kaydırır temellerimizi hemen.
duyarız yerçekimini hemen,
titreriz. sımsıkı, gergin
bağlar vardır
düşüncelerimizi ayakta tutan, ama,
ya temelsizse temeli
bütün bu bağları
bağlayan
bağın?
bağlantısızca bağlarız bağlarımızı.
gündüz yarasalarıyız biz.



yapacaklarımız vardır kocaman,
kocaman başarılar, yüce çağrılar; ama,
tutmadığımız bir eldedir aklımız,
bir son selamda, biz aceledeyken gönderilen--
nedir ki acelemiz, niyedir ki?
camın boşluğunu arayan kocaman
pervaneler gibi, kanat çırpan
ışığa ulaşmak için
çırpınan, camı kıracakmış gibi--
düşmanımızdır oysa ışık bizim,
kanatlarımızı yakan, kavuran--
aradığımız --ışıkta-- nedir ki?
ışıktan gelir ölümümüz.
gündüz yarasalarıyız biz.




hep bir dimdik, dümdüz dürüstlüktür duyduğumuz,
ama bir kuşku kurdu kıvır kıvır kemirir köklerimizi--
nasıl da kolaydır yalanlarımız, uydurmalarımız,
nasıl da rahat. iç sızlaması nedir bilmeyiz;
başedilemez gerçeklerimiz hazırdır çünkü hep--
kozasında mışıl mışıl kanat takınır tırtılımız,
sindire sindire yapraklarımızda açtığı delikleri.
övünürüz delik deşik, bölük pörçük
yeşilliğimizle -- yenmiş bitmiştir oysa
büyüme noktalarımız, su çekmez artık
kök uçlarımız, dökülüp gitmiştir
taç yapraklarımız artık.
nasıl da yabancı topraktan baş uzatmış taze fide bize.
gündüz yarasalarıyız biz.



bir görsek andığımız yüzü,
tanır mıyız? --tanır mıyız
sevdiğimizi, bilir miyiz neydi--
sevdik mi, seviyor muyuz?
yürüyüşü, saçının dökülüşü--
anımsar mıyız, anımsıyor muyuz?
bir anıdan başka nedir ki sevgimiz?
gündüz yarasalarıyız biz.



koy başını omuzuma yine.
aldırma, söylenmeden kalsın
düşünülmedikler, bilinmedikler -- bırak
unutulsun geridekiler, özlensin ileridekiler -- bırak
yansısın camda donuk ışık, usulca ışıldarken
sabah, aydınlanırken uçup geçen yeşillik.
gel -- uyuyalım güneş görününce,
aşınca tepeyi göz kamaştırıcı ışık.
uyanacağız nasılsa, dikelmeden ışınlar,
dümdüz, aklaştırıcı olacak yeniden bakışımız.
ama şimdi -- sanki sevdalı gibiyiz şimdi,
sanki karanlıkta sezinledik aydınlığın başladığı yeri--
şimdi kurduk sanki geceyi gündüzle,
şimdi kuruttuk sanki gündüzü geceyle--
aydınlığın karanlığında görür gözlerimiz.
gündüz yarasalarıyız biz.





oruç aruoba


"yürü-me"

13 Temmuz 2010 Salı

evet, bu şehirde herkes dönüp dolaşıp kendisinde karar kılacak

niçin doğada zaten var olan bir şeyi insanlara tekrardan ben anlatayım?


o haklı.


başlıyor söylenmeye...

" insanların hepsi kötüdür. yaşamak boştur. sevmek aptallıktır... şudur, budur. peki, bunlarla nasıl eğlenilir? düşünün bakın. her şeyin kolayını bulacaksınız. ben en zorunu buldum: ölmeye çareyi! ölmeyecekmiş gibi düşünüyorum, oluyor. bir tecrübe edin.



demek ki bütün bu kötü düşüncelerden sonra taptaze, kahkahalı, mesut bir dünyaya varıyorsun. demek yalnız hareket noktanda bedbinsin. öyle ise mesele yok. sen yine o eski adamsın. kaygısız, şensin... hayır! kötüden iyiye doğru seyahatimin sonunda kahveyi bırakıyor, yine ölümler, harpler, pahalılıklar, istikbal kaygıları ile sokaktayımdır, üzülmeyin!* "



*bilmem neden böyle yapıyorum adlı öyküden, s. 44


mahalle kahvesi / sait faik abasıyanık

yky'de 1. baskı: istanbul, ekim 2002

10 Temmuz 2010 Cumartesi

toplumsal itaat*

özgürlük ve tutsaklık.

insana özgürlüğünü veren bir başka insan,

insanı tutsak eden başka bir insan;

bu iki kelimenin yalancılığını siz de benimkine benzer bir muhayyileyle anladınız mı?


*Oysa bu kadar çok laf hiçbir şeyi anlaşılır kılmıyor.