15 Şubat 2012 Çarşamba

evren çok bozdu

bir gün bana tek taş alacaksan eğer beni hiç tanımıyorsun demektir.

Hikmet, gel BENOL.

hani 3 suları, akşama doğru 5 suları, sabah karşı 4 suları diyorsun ya; suları demen ne ferahlık veriyor bana anlatamam. üçsularıdiyendudağını öpmek istiyorum. üçsularıdiyendudağınınbükülüşünü hep görebilmek istiyorum.

Kahvaltılıkların kapaklarına çok güzel kuytu köşelerde yer bulan adam; Deniz sana bayılıyor olm, ne duruyorsun..

yine uyumadığım çok da kar yağan bir gecede, ince yastığımı koltuğumun altına aldım. gittim pencerelerden yere en yakın olanının perdesini açtım. yastığı duvarla bitiştirdim, yere uzandım. ordan bakınca kar göğe doğru yağıyordu. EN BÜYÜK YANILSAMA NE ŞİMDİ? SALAK.

benimle karşılaşacak olan adam ya yarı yolda birine takılıp kalıyor ve ben bekliyorum ya da vardığında takıntılı oluyor. bu demek olsun ki ben hep bekliyorum.

yalnız,

onları değil kendimi.


yeni bir anlam doğar mı diye hep düşünüyorum. ne dersin albayım, bu sefer olduracak mıyız?

hepsini bulucam bir bir,

yerine koyucam bir bir.

"bir ayağın bende olsun istiyorum hep."

13 Şubat 2012 Pazartesi

9'larla aram iyidir

ben zeyna'yı çok özledim, belki de ondan süse pek düşkün değilim. izledim yani :// makyajsız ve topuksuzum. ben de niçin sevemiyorlar diyorum. ortalamanın üstünde yüz hatlarım var hatta bir şey daha söyleyeyim mi bazen çekici bile olabiliyorum. ama çoğu anlarımda bunların hiçbirine sahip değilmişim gibi kendime hoyratça davranmayı gayet de kolay benimsedim.

(bu tarlalarda hep kendimden koşuyorum.)

bir el hayatıma dokunuyor, bir his beni peşinden koşturuyor, bir his beni sırtımdan ittiriyor, öyle bir kuvvet ki..

o histen ordu yaratabiliyorum.

bizler bir histen bir ordu yarattık. huzursuzuz.

(boyuna susuyorum, sustukça susasıyorum, öyle çok ki.)

adamı daha önceden sokakta, durakta, otobüste görmüş olmalıyım. görmüş de geçirmiş olmalıyım. gözlerim.. sabah erkenden kalktım derse geç kalmamak için. günün geri kalan yaşanacak 17 saatini unutup avare avare kendimi yalnızca okula varılacak 2 saatlik otobüs yolculuğuna hazırladım. gözlerim... adamı ikinci vesaitime binmeden görmüş olabilirim, sabahleyin adamla birlikte aynı durakta bindiğim otobüsü beklemiş olabilirim, adamla birlikte aynı otobüsü beklemiş ve beklediğimiz otobüse binmiş, en az 40 dakika seyahat etmiş olabilirim. bunların hiçbirini anımsayamıyorum; ama gördüğümü biliyorum. neyse, dedim. çok sıvı tükettim, muhabbetin seçici geçirgenliği yoktur, hep geçirir öyle değil mi? ama benimle girizgahı yapılan muhabbetlerin pek de bir şey geçirmediğini karşılığınızı vermememden anlayabilirdiniz. anlamadınız canım. ben niye hep dinledim onu da bilmem. oysa sizinle ateşli bir münazaraya girişmeyeceğimi de biliyorsunuz. HİÇBİR ZAMAN HEM DE.

eve dönüş vaktimi 1-2 saat daha uzatacaktım.

en son 3 saat uzamıştı ki karaköy-beşiktaş arasında ağaçların sayıca fazla, yerdeki yaprakların ağaçlardan da fazla olduğu ince ama genişçe kaldırımda resmen yürümüyor, uçuyordum inanır mısınız?

"...Benzerin yok dans edenler içinde,
Yok ayakları senin gibi kanatlı."

öfkeden miydi neydi.
yine kulaklığımı çantamdan çıkarmak için vahşice çekiştirirken kablosu kopmuştu önceki gün. arabaların rasgele gelişleriyle onların hızlarına meftun bir kütle çekim kuvvetiyle; o hızımda bile yollarında geçerken kendilerine çekiyorlardı beni.
durağa vardım, az bekledim, iki adımda bindim. yağmur daha ikinci durağa varmadan başladı. ben cam kenarına oturmuştum, öyle rezil ki camdan sular koluma doluyordu. üstelik yanımda bacaklarını açabildiği kadar açıp öyle rahat oturan adamın dizi dizime değmesin diye kastım kendimi. sizden bu edepsiz oturuşunuzdan dolayı nefret edebilecek gaza getiriyorum kendimi. sonra diyorum nefret filan, boşversene nedir yani? bu rahatsızlık hali hiç de 20 dakika önceki uçma durumunun devam filmi olamaz, tutmaz bu. ya Derya abiyi ne zamandır görmemiştim, yanıma gel de bu berbat yeri sana vereyim gülümsemesini içtenlikle fırlattım. kayıtsız kalmadı hatta pek şaşırdı yüzü. arabaya doluşuyorlardı, hemen o dakikada gelemezdi de birkaç durak geçince oturduğum yerin hizasına yaklaştı. nasılsın Derya abi? ne uzun zaman oldu görüşmeyeli, ben pek uğrayamıyorum oda'ya. bilirsin tez mez. ya ben hatırlayamadım seni. Derya abi ben oda'dan Deniz. bana iş ayarlamıştın fuarda, üstelik MMO'nun dergilerini de 5 gün paketlemiştim, hatırladın mı? ya aklım dağınık biraz gerçekten hatırlayamadım. bu arada şaşkınlığı gerçekten hastalık gibi yüzünü sarıya boyamıştı, çakmalıydım. ya Derya abi burs almıştım senden, Devrim ablayı hatırladın mı? O bursu ayarlamıştı, Çetin abinin eşi. maille ayarlamıştın diğer işleri de, odada muhasebeye bakmıyor muydun sen yoksa ben mi başka departmandakilerle karıştırdım seni? allah allah... ya be, ya nas, De, ya benim adım Derya benim ikizim var o da Devrim ama ben seni tanımıyorum oda diye nerden bahsettiğini de anlamadım gerçekten. yalnız sen benim abimi nerden tanıyorsun? ne nasıl Devrim abla senin abin mi? ne? odadan değ, adın Der, ama? nasıl ya adın Derya, ikizin Devrim? pardon ben, özür dilerim.

10 Şubat 2012 Cuma

nevizade sokağı’ndayız, yol boyu meyhane..*

şimdi sizi bi kızla tanıştıracağım tüm bluzleri Medium olan.

söylemesi çok güzel kelimeler var. earl grey. gokhan'ın hazırladığı cdlerin içinde Mary and Max diye bi film vardı, aylarca izlemeyi reddettim saçma sapan bişiydir, aşktır, meşktik izlenilmez diye. neyse izledim işte. adı earl grey olan bi adam vardı. filmi öyle sevdim ki daha kimseye önermedim.

gökhan ismini gokhan olarak yazmayı da çok tercih ediyorum bu aralar. ama ösüz telaffuz etmek biraz zor. damak yapısı sanırım. bi de hunharca kelimesi var, neden ona da hisler besliyorum.

bence çirkin kızlar sadelikle kol kola olmalılar. taktıkları o koca koca boncuklu kolyeler/bilezikler, o parıltılı küpeler, efendime söyleyeyim o dudağından bal damlayacak gibi duran ışıltılı rujlar filan sizi daha güzel yapmıyor. lütfen, gerçeğini benimsemek öyle kolay ki. nerden bulursunuz o iğrenç şıkırtıları, anlamam öyle zor ki. yine de açtırdınız kutuyu söyleteceksiniz kötüyü: ben de turkuvaz taşını çok seviyorum. unutmazsam bir çift küpemin ve bir adet bilekliğimin fotoğrafını çekip bir zamanda sergilemeyi dilerim.

ben efendime söyleyeyim sağır sultaanım sen anla.

bazı sabahlar çok deli kızın çeyizi gibi.

birinizin Hakkımda kısmında inler itim dinler götüm yazıyodu. ananemle ben beğendik seni.

mesela evde bir ayağı daha kısa bir eşya var sağına soluna yatan, hemmen topal ayşe diye kızıyorum ona. insanlarla aram yok, anlayacağınız eşyalarla da.

azalarak biter mi insanları tanıdıkça hayvanları daha çok seviyorum diyen tip? ben mesela hayvanları çok seviyorum ama insanları tanımıyorum. patronumun evinde Gigi, Bonish ve Brigitte var. adlara göre tahmin edersiniz shih tzu olanı, american cocker olanları(!). ben çoğu zaman kendimi tanımıyorum da. toplumun ahlakına göre ters köşeye yatma meyilimden değil, kendimi irdelediğimde hep başlangıçta takıldığımdan.

her ne ise işte, her ne ise.

parlayan anlatımlarım yok, bu insanlar bot mu?

hani şu elleri hep soğuk olan kadınlar var ya, hah işte ben de onlardanım. ısıtmak için onları bacak arama sıkıştırıyorum, hiç farketmiyo yanımda/karşımda kimin oturduğu. acaba dedim bu sabah da metroda öyle ellerim bacak aramda oturduğum için mi yoksa bakılacak yüzüm olduğu için mi bakıyordunuz bana? belki biriniz cevap verirsiniz; ama yüzümü görmediniz.


oturdum ve yazmak istedim, olmadı üzgünüm Cenk. ben yazmak istedim ama kelimeler? ,dedim. ya kelimeler hani? ,dedim. uykudalar canım efendim, uykudalar.

"az önce bir masal bitti, kimse bilmiyor... öpücük balığı bir iskelede, güneş altında çırpınıyor. ilknur'un gözlerinin işi var,benim yüreğim çoktan kovulmayı hak etmiş, boşta gezer... uzaklarda küçük bir çocuk, uyuklamış ninesini sarsıp ''bana masal anlat.'' diye ağlıyor... diyelim ki öyküsünü yazdım, beş para etmiyor."

*azalarak bitiremem atilla atalay sevgimi. çoğalarak soğudum ben hep ki.

1 Şubat 2012 Çarşamba

bugünlerde suratsızım, somurtuyorum.

æ yeni kayıt? yeni değil ki bu, kaç çarşambadır düşündüklerim bi sana mı yeni? boşversene...


geceleri uyuyamayan ben yeni duş almış halimle pencereden bedenimin yarısını sarkıtarak sigara içtim, saçlarım ıslaktı, karın yağması durmuştu. artık yağmalamıyordu. ben de sarkabildiğim kadar sarktım, kimsenin görmemesi-öyle umuyorum- iyi oldu yoksa annemlere lâf gelir miydi bilmiyorum ama hastalandım. her yerim ağrı içinde. yine olsa yine sarkardım, saçlarımdan tokayı herkese çıkaramam; ama o gece dünyanın bir yerindeki o sokağa çıkardım. iyi de oldu. dalgalandık.


ya bence bu da saçma: hayatlarımız tanrı'nın durumlarından oluşuyor bence. o'nun durumlarından ibaretiz, hepimiz bir durumuz. durum. durum. drums.

æ acaba günlük tutmaya devam etseydim; her salı günü yazdıklarımı okuyunca periyodik olarak düşünmüş/eylemiş/yemiş/varmış/ayrılmış/çizmiş/dinlemiş/kulak vermiş/.. şeylerin olduğunu görecek miydim? ben günlüğüme böyle şeyleri mi yazıyordum ki? boşversene...


æ sonra saklambacı aradınız, lâ'yı gıdıkladınız. (tanrım, keşke siz de orada olsaydınız!)

lâ'yı gıdıklamak. bas bas dur, bas bas.


æ çok güzel bir yer biliyorsa orda kahve içsinler.


æ yanında kitap getirir misin? dokunamam mı? boşversene...


bu yukardakiler ne saçma, aslında birşey anlatmayı istemek. saçma olan o, neden ki? anlaman gerekir anlatmadan ya, ses çıkararak anlatmadan anlaman gerekir senin. insan ne işe yarıyor ki öyleyse? anlamıyorsan ne işe yarıyorsun? bi boka yaradığın yok canım, sadece internet bağlantın var. birinden iki çift lâf beklemek seni heyecanlandırıyorsa ne diyim ben sana Deniz?