27 Haziran 2009 Cumartesi

mesmerize my senses..






bildiğin melankoli yapıyorum.

hayır desem ki kime aşıksın da bu kadar içlendin ya da kime bu kadar derinden platoniklendin?

yok bu soruların cevabı. emin değilim, asla olmaz diyemem. hani aşk-meşk inanmayanlar var ya onlardanım. kimsenin kimseyi çıkarsız sevemeyeceği kanısındayım. evet kanaatim bu. ki sevmiyor da azizim. yapmayın allah aşkına. ya siz fazla gelirsiniz sıkılırlar ya da az gelirsiniz yetinmezler. beşer işte.

şu şarkı da nerden geldiyse aklıma.. yalan oldu rock, metal sevdam şu sıra.. videosunu da seviyorum. kadını da.. esasen bu videoda olan her şeyi pek bi' seviyorum.

bu derece eksik hissetmem neden kaynaklanıyor acaba? aslında cevap da belli de yüzümü bir türlü o tarafa döndürmek istemiyorum. istemiyorum işte. mazoşist oldum çıktım. hem istiyorum hem de istemiyormuş gibi yapıyorum kendime. çok yorucu bir iş bu. canımdan bezdiriyor böyle olmak ya n'apalım. hem kendine yetemiyorsun hem de tüm uzanan elleri kökünden itiyorsun. olacak iş değil. ama oluyor nitekim..

"ne müslüm ne ferdi anlamaz derdimi,
patlat bir my all mariah carey"


"cos i can't go on"

25 Haziran 2009 Perşembe

raison d'étre*


"allah aşkına kes artık! bırak onu düşünmeyi! aç gözlerini! bak! karşında koca bir dünya var!" kendi kendini payladı Breuer..

"sırf bakmayı ihmal ettiği için yaşamında neleri kaçırdığını gözden geçirmeli."

"nasıl başlayabilirim? şu anda size beceriksizce övgüler yağdırmaktan başka bir şey yapamıyorum."

"lafı dolandırdığım için beni bağışlayın. böyle dolaylı anlatım yersizdi. ne zaman karşımda usta bir zeka olsa böyle kendimden geçerim. belki de kendime örnek alacak birilerine gereksinim duyduğumdan; belki de sadece onları bir araya getirmekten hoşlandığımdan. ama biliyorum ki sizin derinliğinizde ve çapınızda biriyle konuşmak kendimi çok ayrıcalıklı hissetmemi sağlıyor."

"benim için 'görev' sözcüğü çok ağır ve baskıcı bir sözcük. ben yalnızca tek bir şey için görev sözcüğünün söz konusu olabileceğini düşünüyorum; o da özgürlüğümün korunması. evlilik ve ona eşlik eden sahip olma duygusu ve kıskançlık, ruhu tutsak eder. bunlar benim üzerimde asla egemenlik kuramayacak."

"ne zaman geleceğini bana o söylüyor. emirlerini bildiriyor. sanki beni onurlandırma lütfunda bulunarak..."

"her ikimizin de bildiği gibi erkeklerin verdiği her hizmet kadınların sağlığına iyi gelmiyor!"


"bizim kardeş beyinlerimiz vardı; yarım sözcükler, yarım cümlelerle, yalnızca hareketlerle birbirimize çok şey anlatabiliyorduk. ancak bu cennet bozuldu.."

" -söyler misiniz El.. size neden iftira etsin ki?

-çünkü kendi yaşamı için savaş veriyor. küçük beyinli, fakir ruhlu bir insan o."

"eğer sizi kendimden şimdi uzaklaştırırsam bütün kabahat sizin varlığınızıdır... yıktınız ve zarar verdiniz ve bunu yalnızca bana değil, beni seven herkese karşı yaptınız. ipin ucundasınız."

"şu anda adımı duymak bile onu zehirliyor."

"ah, bu kız düşündüğünden çok daha fazla gerilim içindeydi."

"gördüğünüz gibi çok hata yapıyorum; düşüncesizim, sizi hayretler içinde bırakıyorum, geleneksel biri değilim. ama benim de güçlü yanlarım var. insanların ruhlarındaki asaleti gören mükemmel gözlerim vardır."

"ah şu entelektüellerin üç milimetrelik iris aralığından beynin içine tüm bu bilgileri aktarmak için sarfettikleri bitip tükenmeyen çabalar."

"gözlerimle yiyebilmeyi çok isterdim: artık ciddi okumalar yapamayacak kadar yorgun oluyorum."

"bir zamanlar görülen rüya, düşleyenin yaşamındaki değişiklikleri yansıtacak şekilde değişir mi?"

"onda aradığım neydi? bende eksik olan neydi? .. yaşamımın giderek geri dönülmez bir biçimde daralan bir dehlize dönüşmekte olduğunu kime anlatabilirdim? çektiğim bu işkenceyi, uykusuz gecelerimi, intiharla flört etmemi kim anlayabilirdi?.. beni kim rahatlatabilir? o apaçık soruyu sormaktan kim kendini alıkoyabilir: daha ne istiyorsun?"

".. buna rağmen bu bedende maddesel olmayan tuhaf bir şey vardı, elinizi uzatsanız delip öbür tarafa geçilecek gibiydi."

"..mercek ne kadar detaylı gösterirse hasta o kadar çok zevk alırdı. incelenmekten alınan keyif o kadar büyük olurdu ki Breuer yaşlanma, sevdiklerini kaybetme ve dostlarından uzun yaşamanın asıl acı yanının sizi inceleyen gözlerin bulunmaması olduğuna inanırdı; hiç kimsenin dikkat etmediği bir yaşamdan duyulan dehşet.."

" 'benim hastalığım bedenimin sınırları içinde, ama o ben değil. ben bedenim ve hastalığımdan oluşmaktayım, ama onlar demek ben demek değil.'

...'benim yaşama amacım bundan..' diyerek başparmağıyla gövdesini gösterip devam etti, 'bu sefil canlı hücrelerden tamamen ayrı. yaşamımın bir niçini var, nasılına da tahammül edecek güce sahibim.' "

"kutsal olan hakikat değil, kişinin kendi hakikati için çıktığı arayıştır! kendi kendini sorgulamaktan daha kutsal bir şey olabilir mi?"


"her insanın ölümü kendine aittir ve herkes kendi tarzını belirleyebilmelidir. belki, yalnızca belki, insanın yaşamını elinden almaya ilişkin bir hak düşünülebilir. ama insanın ölümünü elinden almaya kimsenin hakkı yoktur. bu rahatlatma değildir! acımasızlıktır!"
..
evet ben kitap okuduğum zamanlarda yanında kalem gezdirenlerdenim. beğendiğim yerlerin altını buram buram kömür kokan kurşun kalemimle çizerim.

ve, ve hiç bıkmadan bu alıntıları buraya yazmış bulunmaktayım. hiç bezginlik duymadım. bir kitabı çok sevmek demek içinde kurulan cümleleri seçip kendinize yakınsamanız demek değil midir? ben de onu yaptım. zamanla dönüp dönüp tekrar göz attığım bir kitaptan altını çizdiğim yerleri alıntıladım. ha bu kadar yazdım ama kitabın yarısına kadar ki bölümü bu seçtiklerim. daha diğer yarısı da var da bayıltmak istemedim kendimi.

biraz da tembellik var üstümde, düşüncelerimi bütünüyle aktaramayacak kadar dağınığım. mümkünse bir müddet bu modda kalmak istiyorum.


insanlar sana kibar davranıp ellerini uzattığında neden dişlerini gösteriyorsun?


*varoluş sebebi

23 Haziran 2009 Salı

dredg'den yatahaze aç öyle oku benim bilokumu. yoksa öl pardon.


insanlar neden birbirlerini yargılamaktan bu kadar haz alır ve o pis meraklı salyalarıyla sorgulamaktan çekinmezler. hem de hiç çekinmiyorlar. ve bu da çok aptalca değil mi ya? aptal saptal senaryolar kurarak buna inanan zavallılar var biliyoruz. ve bunlar gittikçe çoğalıyorlar. farkedin farketmeyin çok da yakınlarınızda olan insanlar bunlar.misal en yakın arkadaşınız size 'neden beni şu saatte aramadın' diye bir soru yöneltiyorsa orada onun sizi neden yargıladığını bir durup düşünmeniz ve düşündürtmeniz gerek. haböyle insanlardan da olabildiğince uzağa gidin. sığ düşünmekten öteye gidemeyenlerin felsefesidir bu. neden öyle yapmadın neden böyle davranmadın. hatta 'nedensen böylesin'e kadar gidebilir bu. gitmesini bırakın direk benliğinizi yargılarlar aslında. bi de demezler mi abi, abla nasihatı şunu yap bunu yap diye. ya sen kimineyi neden sorguluyorsun a kıt akıllım. bu senin ne haddine. kendini bir gözden geçir, yok çeki düzen ver. yahu sana ne? sana ne vazife. böyle diyenlere inanıntek cevabım, a sen ne kadar güzel düşünüyorsun da peki ya bunları, şunları yapan kim? beni de bu kadar düşündüğünü bilmiyordum, amacın nedir?amaçları nedir hakikaten anlaşılmazlar. refüze edersin anlamazlar, bok atarlar. bok atmanın dayanılmaz hafifliği içinde savrulup giderler hayatlarda ordan oraya.herşeyi ve herkesi bir statükoya oturtma çabası içindedirler bir de. düşüncelerinizi, davranışlarınızı, sürdüğünüz mor ojeyi bile bir nedene bağlamaya çalışırlar.halbuki nedeni yokur o oje renginin, o gece tercih edilen beyaz şarabın, seviştiğin adamın, inanmayı istediğin düşüncenin. sen öyle istiyorsundur bundan öte ne?ötesi yoktur ya yoktur işte bu kadar basit. ama onlar herşeyi komplike hale getirmeye amaçlamışlardır kendilerini. adeta otokontrol kazanmışlardır bu durum üstüne.tebrike edilesi düzen kurmuşlardır hayatlarında. hatta 'ay en yakın arkadaşım sensin, tüm sırrımı biliyo, ay bunu da mı oha yani yapmicamı bilmiyo musun, sence ben yapmış mıyımdır öle bişi canım' diye bik bik bik sizin onu ne kadar iyi tanıdığınızı, sizin ona ne kadar yakın olduğunuzu söyler dururlar. halbuki onun dediğinin üç çarpı beş katı kadar uzaksınızdır birbirinize.çıkarcı pislikler işte. sırf sizin bir şeylerinizden etkilenmişlerdir ve bu özelliğinizi sömürerek kendi benliklerine katmak için sizle vakit geçirirler. aslında onları deli gibi etkilemişsinizdir. erkek olsun kadın olsun böyledir. etkilendikleri o her ne ise, onu sizin gibi başkalarını etkilemek uğruna kelimelerinizi, hareketlerinizi, mimiklerinizi, o andaki masumiyetinizi çalıyorlar. bunlar sakil insanlardır. irite olduğunuzu yüzlerine pökürürsünüz yine dezıvanadan çıktıkları için bu konuda tam bir asalak gibi davranıp geleneği bozmazlar ve vaziyeti ruhiyeleri ne ise devam ederler. ha bunların erkek versiyonları da yakın arkadaş ayağına yatıp bir zaman aralığında bombayı patlatırlar. onları da hiç anlamam uçkuruna düşkün ibişler. bunlara herkesiniçinde anlayacağı dilden yüzlerine tükürerek anlatacaksın ne menem bi'şi' olduklarını. neyse. kızdım yine. kimseyi yargılamamak lazım. zaten aranızdaki ilişki kendi boyutuna vardığı zaman bir-iki sene bile aramasanız; tesadüfen karşılaştığınız yerde bile samimiyetinizden hiçbir şey kaybetmezsiniz.ne karşınızdaki neden diye sorar ne de siz bu anlamsızca tepkinin altında nefessiz kalırsınız.



ha bir de bu gün ademoğlu bana mesaj attı durduk yere, aynen iletiyorum:

-Bu akşam ölürüm. Beni kimse tutamaz. Sen bile tutamazsın. Yıldızlar tutamaz. diye


aklıma gelen tek şey o malum hikayeydi. nihaha


Murat Kekilli'nin bu şarkıyla parladığı zamanların birinde bu meşhuroğlu akşam sokakta gidiyormuş. sarhoşun teki bunu görmüş yanına gelmiş :


-Bu akşam ölmeyenin ta *mına koyayım Murat ağbi.


demiş.


bu da öyle bi anımdır.


dedim mi, yok demedim tabii ki. coquettish'liğime yakışmıyor böyle şeyler di mi beni kızdıran adam?

19 Haziran 2009 Cuma

Arkadaşım bana mektup yollamış..




kimse annesinden nefret etmek istemez buna annesi tarafından itilmesi ve sebep çıkarılması durumu haricinde. çoğu kişi için geçerlidir bu durum bir annelerle sınırlamamak lazım. eğer biri sizin ondan nefret emesini istiyorsa inanın önünde hiç bir duygusal bağ, çıkar münasebeti dayanamaz. en büyük çıkar ilişkileri bile önünde eğilir ve yoluna ağına takılan başka balıklarla devam eder. peki ebeveynlerden nefret etmek neye dayanır? bu sorunun cevabını annemin bir çok hareketinden anlayabiliyorum. bazen kendime çok kızıyorum bu kadar duygusal anlamda gözlemlerimin beni yanıltmadığına. hem de çok kızıyorum. kafama sıçasım geliyor sıçamıyorum. kendim yerine ezikliğimi başka kimselere onaylatıp, kendime güldürüyorum. sadistlik de var kahretsin. ama bundan haz aldığım için değil, kendim olamadığım için kaynaklanıyor.sanırım yenilmeye odaklandım. öyle böyle değil. içimden şey geçti, hani derler ya başına seni sınayacak çok büyük bir olay gelse o zaman akıllanan insanlar gibi ben de hayatımın anlamına varabilir miydim acaba diye. ama varamam ben ahbab. varamadım. örneğin senede milyarlar tutan okul bursumu notlarımın düşüklüğünden kaybedecek duruma geldim yine de bana mısın demedim. diyemiyorum. çok sağlam bir şeyler beni bağlıyor. elimde değil de demek istemiyorum, ama şu kuantum düşünce gücüne de inanmıyorum. her bağlamda dilemmayım anlayacağın azizim.belki bu durumumun sonu kendime zarar vermeye kadar gidecek ama ona da inanmıyorum. kendi kendime nasıl zarar verebilirim epilasyona bile dayanamıyorken.evet azizim polikistik over sendromum var benim. hem de azımsanamayacak kadar belirgin ölçüde. benliğimin kilit noktası oldu bu hastalık. bu illet yüzünden ben kendimden vazgeçtim.bunun ne demek olduğunu sana anlatamayacağım. ama anlamana yardımcı olduğum gibi buna devam edebilirim. en basitinden hormonların eksik-fazla salgılanmasından dolayı yüzümde sakalvâri kıllara sahibim.lise 1de çoğu arkadaşım buna aldırış etmiyordu. çünkü o zamanlar şimdiki gibi beslenmiş ve çok değildi. sarartıcı kullanıyordum, geçiyordu etkisi insanlar üstünde bu denli kuvvetli değildi.yani tanışma esnasında insanların yüzüne bakarsın ya işte o zaman benim yüzüme şimdiki gibi tiksinerek bakmıyorlardı dostum.şimdi ise onların o surat ifadesini görmemek için kimseyle tanışmak-buluşmak istemiyorum aziz dostum. istemiyorum işte. şu an bile aklıma geldikçe gözlerindeki o ifade kendimden tiksinesim geliyor. öldürülebilirim her an kendim tarafımdan.amına koyduğumun dünyasında neden kelek erkekler kadar şanslı olamıyorum ve neden onlar benim kadar şanslı olamıyor. yüce allah onlara da verseydi ya bendeki kıl köklerinden. acıtıyor canımı azizim. canım acıyor.bunları yazmama sebep olan nedense hayatımda ilk defa dinlediğim bir şarkı ve annemin az önce yine o midemi bulandıran baskın tavrıyla bana çıkışması.benim annem evladına (yani bana) allahtan tek dileğinin ondan uzak belamı vermesi olduğunu yüzüme pökürerek söylemesi. yakıyor beni bu azizim. kavruluyorum. seninde hiç kelimeler bu derece canını yakabildi mi bilmiyorum. en fazla aşk acısı çekip, aldatıldığın için ne kadar bahtsız olduğunu düşünüyorsundur. ya da kazanamadığın okul için ağlamışsındır. ama bilmelisin dostum hayatta daha bambaşka dertlere sahip insanların da olduğunu. hastalık denen illet beter. çoğu zaman şükrettiriyor halime sakat, kanser olmadığım için lakin kız olarak yüzümdeki sakalların ömrüm boyunca benimle kalacağını bilmek de bir o kadar migrenimin tutmasına sebep.bir de kilo yapıyor. şu an 44 bedenim. lisedeyken 34'tüm. o zaman dediğim gibi bu kadar ilerlememişti. ve bu kadar kendime güvenimi yitirmeme sebep değildi. dünyayı değiştirebileceğime inandığım kadar küçük olan yaşlarımda çok da benim önüme engel teşkil etmiyordu bu.hoş bir kız olduğumu biliyorum. gözlerim çok güzeldir benim. tartışmasız. sonra dudaklarım da çekicidir. dişlerim komik ama sevimlidir çok. saçlarım hafiften lüle ve kahverengi olmasına rağmen çoğu zaman aralarında sarılar parlar. burnum da biraz büyüktür. ama cyrano kadar olmadığına yine şükür.bacaklarımın da hoş olduğunu lisede bir arkadaşımın gözlemine borçluyum. gerçi dudaklarımı da ilk o keşfetmişti. bunlar ne kadar doğru olsa da ben kendimden vazgeçtim. çok acıyor dostum. elektrikli epilasyon çok acıtıyor. bilinçaltıma bu acının yerleşmesi de cabası be dostum. her elini kaldıranın bana vurup o acıyı tekrar hissedeceğime neden olacakmış gibi irkiliyorum. diyorsundur, demez misin.. bir acı insanı nasıl bu kadar hayatına egemen olabilir bir insanın. oluyor dostum işte. artık annem gibi düşünmeye başladım ben de. allahın bana reva gördüğü budur, isyan edemezsin. beni bununla terbiye ediyordur. gerçekten buna inanmaya başladım. benim cezam da budur. çok, çok neşeliydim. söndüm azizim biliyorsun. sen benim içimi bildiğini sanıyorsun değil mi? peki biliyormuş musun canım dostum? ah be azizim, bende daha neler vücûd buluyor, ne hisler..
devamını yazmayacağım. çünkü dayanamıyorum onun bu kadar içlenmesine bu durumu. arkadaşımdan mektup aldım. yüz yüze konuşamayacağı şeyleri varmış.. meğersem bunlarmış. bir başkasına ait dertlere gözümden yaşlar döktüm; ama her zerresini hakeden biri için. kendisine iyi baksın arkadaşım.nasıl ki onunla tanıştığımda yüzümde o ifade yoktuysa bundan sonra da olmayacağını bilişiyoruz.

14 Haziran 2009 Pazar

20. Galata Şenliklerine gitmeyi bırakın haberiniz bile yoktu öyle değil mi



Galata Şenliği ilk defa böyle isimleri ağırladı.
cuma gününden bihaberim fakat cumartesi günü sabahleyin yeni bir yetenekle tanıştım, idil meşe. son söylediği parçaya tav olarak sorduğumda myspace de yer alan birisi. profesyonel olmasa da gitarı ve sesi hoş ahenkteydi. beyoğlu türk sanat musikisi de özlenenleri dinletip tevazu ile ayrıldılar. akşama doğru Türkiye'nin ilk kadın caz piyanistidir kendisi, Nilüfer Verdi, bayılıyorum ben bu kadına. o kadar kendine has bir çekiciliği var ki kendine çekiyor sizi. beni de sevdiği gibi ben de kendisine taparım. (evet tanışıyoruz.) o ve az kişiden oluşan orkestrası bize kocaman bir caz dinletisi sundu. ve konuğu kimdi biliyor musunuz? Erkut Taçkın. bize o eskimeyen sesi ve kıvrak hareketleriyle don't let me be misunderstood'u Joe Cocker tadında iletti. şükranlarımı sunuyorum. özlemiştik. haberiniz olsun yaşıyormuş, orada bayıla bayıla dinlerken önümdeki orta yaş üstü bayanlardan duydum öldüğünü filan zannediyorlarmış. iki-üç parçadan sonra bayan solist bize cheek to cheek seslendirdi. daha sonra da ben tezgâhı topladım bilmiyorum. ha bir de öğlen Aysel Ekşi kitaplarını dernek yararına imzaladı. az çok kazandık.

bugün de Okay Temiz ve orkestrası vurmalı çalgıları farklı bir üslupta yorumladı bizlere. ve dernek yararına satışlar için gönüllü olan, ayrıca öğrencilere resim dersi ve yaratıcılık arttırma öğütleri veren kırmızı(nickname) hanım beni ağabeysinin arkadaşının yeri olan Enginar'a öğle yemeği için götürdü. Haziran Gecesi orda çekiliyormuş meğer. benim gibi dizilerin tanıttığı mekanlar hakkında cahil olanlar için söyleyeyim Galata Kulesi'ne gitmek için döndüğümüz o sağ var ya ,hani yokuştan aşağı inerken, işte tam o köşede. yediklerimden inanılmaz derecede memnunum. görüntüsüyle kendini çektiği gibi yemekleri de sizi cezbedenlerden.

istanbul dediklerinin kalbidir galata.. taksim'den geçemeyenler için galata'dan habersiz olmaları utanç verici burdan bakıldığında. gerçi onlar taksimi içmek için elverişli olduğundan seviyorlar. küçük dedikleri beyoğlu'ndan ayrılmadıkları gibi taksim'in sokaklarında yaşananlardan da bi o kadar uzak ve vurdumduymazlar.

ben de finallerimin bittiği gün anladım; ne zaman bir badire atlatsam kendimi beyoğlu ile ödüllendiriyormuşum. öss'den çıkar çıkmaz soluğu beşiktaş'dan taksim'e yürüyerek almıştım. dolmuşa binmek kendini o zevkten mahrum bırakmaktı. ve yalnız gezmek gerek beyoğlu'nu. her ne kadar arkadaşlarla buluşmak için tek adresimiz olduysa da ben hep memnunsuzdum bu durumdan. çünkü beyoğlu'ndaysan eğer etrafındakiler yük sana. düşünsene en az altı-yedi kişi bir arada durmaya çalışarak o kalabalıkta sohbet içinde yürümeye çalışıyor. olacak iş değil; ama yapılıyor.

metro çıkışından son tramvay durağına kadar yürümeyenlerin de vay haline. sallana sallana ve yalnız başına. hele bir de kulağında ipod, mp3 vs. gibi ıvırlar yok ise o kitapçılardan gelen müzik seslerine ve tabakhaneye gidermişçesine omuz atarak yürüyen insanlara da aldırış etmiyorsan, özümlemişsindir, nefesini içine çekmiş ve tadını almışsındır artık. benim gibi müptelası neyin olmuşsundur da kimseyle paylaşmak istemezsin bildiğin mekânları. oralar sana ait olmuştur bir bakıma. yo yo kaçış yeri değil aksine kendini bulman için birincil kaynaklarındır şeker.

öyle işte.. yine tezgâhı topladık geldik eve. üstüne bir de can öğretmenimle karşılaşmayayım mı. demiş ne oluyor burda bir bakayım diye, bir bakmış ki caz.. kapak atarkene karşılaştık. öptüm yanaklarından, öptü yanaklarımdan. dedi ki haber eyle bir dahakine. severek dedim öğretenim. ah öğretenlerim, sizle ilişkim hep bir başka olmuştur. dedim şükür geçtik üçe de insanlarla ilişkim zorlayıcı.

"kar, kış kıyamet ortalık. bizim kuş aç nitekim. neyse uça uça zar zor bir ağacın dalına konmuş. ilerde ne görsün, bir ahırın ışığı yanıyor. bir adam ineğini ahıra sokmaya çalışıyor ama inek isyanlarda. kış gününün akşam vakti inek inat etmiş. bizim kuş da demiş: 'uçayım o tarafa kim bilir belki bir katakulliye gelir de ben de yiyecek bulurum.'. afedersin bizim kuş uçmuş. ineğin iki bacağının arasından ahıra girecekkene ineğin boku o anda bizimkinin üstüne sıcak sıcak dökülüvermiş. bu kar kıyamette bizimki şöyle bir kendine gelmiş ve oh çekmiş, sıcak sıcak. arkalarda bir tilki de bizimkini izliyor. bakmış bu bokun içinde debeleniyor. çekmiş bunu sirkelemiş boktan, bir güzel yemiş."
..ee dedi: 'her seni boka sokanı düşmanım sanma, her seni boktan çıkaranı da dost.'

..dedim haklısın.


8 Haziran 2009 Pazartesi

veryansın: edin beni takipp!!


allam çok iğrençsiniz yaa.. nedir bu tripleriniz blog yazıcıları olarak akıl erdiremiyorum. çok boktansınız!! bir de blog yazarları demiyorlar mı kekomançilere.. ne yazarı olm, ne b*kum sanıyorsun kendini.
öncelikle bloguna girişte; 'ay bir süredir yazamıyorum, aman allam yazamicam da elimi kolumu bağladılar ' diyenlerden artık gına geldi. bileklerimi keserim nolur yaz, ölim lan ben sen yoksan, sen ve senin o yazdığın fevkalade şeyler olmasa ben de bi hiçim anasını satim, bi senin için geliyorum buraya.. diye düşündüğümüzü mü sanıyorsunuz?
baktım şöyle bi panelime hesapladım 4/10 u böyle bunların. cidden garipsiniz. bu kadar mı takip edilme/edilmeme korkusuyla yaşıyorsunuz. ne acizsiniz lan. ha aklıselim birileri olsanız dicem adamın/kadının ne derdi var böyle rahatlıyordur. yok. hadi baktım bazıları mahremiyetinden bahsederek ün yapıyor, bazıları sinema bilgisinden bazıları müzik, anı vs vs anlatımlarından primleniyor. sizi hangi kefeye koyim bilemedim. belki çok özele giriyorum ama gerçekten böyle hissediyorum.
neyse.
brenna maccrimmon'u çok seviyorum..
siz de sevin..
efkar basınca oluyor arada bana.. rakı ile iyi gidiyor.

ben bir martı olsam uçsam denizlere
rüzgarlara açsam giderim sehere
her kanadımı çırpışta
gönlüm ninna ni na nay..

3 Haziran 2009 Çarşamba

allam yarın kırismıs olsun


sabah etkisiyle uyandım. rüyamda unicorn görmüştüm. allam eğer yarın yılbaşı olursa rüyam bi manaya kavuşcak!!
gümüştü rengi, etraf bildiğin lacivert sisle kaplanmıştı.
gerçek olmasini ve bir tanesine sahip olmayi herzaman istediğim, hayali, enfes güzellikteki mistik yaratik. atlarin en güzeli..
o an aklıma geldi, bakireyim ben!
dizime uzandı, gücüne dokundum.
dizime uzandı ve uyuduk..