31 Ağustos 2010 Salı

osman ben ne fenayım bilemezsin

NERELERDEN NEBAHAT

osman ben ne fenayım bilemezsin
içki bardaklarıyla öpüşüyorum,
bi de erkeklerle
boyalı bir güvercin gibi süzülüp gecenin içine
sana kancıklık ediyorum

yüksek ökçeli pabuçlar,
boyum kısa sen bilirsin
bi de eflatun eteğimi giyiyorum
habire gülüp şarkı söylüyorum

osman ben ne karıyım bilemezsin
erkekler hep aç, açık, bana hazır
çok ayıp vazgeçemedim şu huyumdan
hayır diyemiyorum ki kimseye
nereye çekseler oraya gidiyorum

osman valla da billa da kalbim temiz
durduk yerde seni özlüyorum
kara gözlerin düşünce içime
yerin dibine dibine geçiyorum

osman sen beni affet. ya da affetme.
bak harbi karıyım, herşeyi söylüyorum
tut be ellerimi. bi daha gitmem
seni bi baştan bi başa seviyorum.


PERİHAN MAĞDEN

23 Ağustos 2010 Pazartesi

kocaman kadınların çocuk olduğu an hep aynı mı?

ah cemal abi, herkes sana özeniyor. ben yazdıklarının sahiplerine özeniyorum. sevgililerine, sevdiklerine. ben yazarken nadiren
bir kişiye yazıyorum. nadir anlarım da onlara öfkelenmekten ibaret.
yan yana duran iki kelimenin biri üç yıl önceye biri belki bu güne ait oluyor.

öpücük balığını da yedidir hatmediyorum. ne olacak yani, ne olacak yazamazsam, kim siktir olup gidecek. kim biliyor musun? kendin. ben, yani sen; gidersin, giderim. fena bu işler, kevaşe kalem oynamadı mı oynamıyor işte.
bu işin müteşebbislerini de mülakatla alsalardı iş yoktu, bana iş, benim işim yoktu. bende mülakat çizdirmekti; kestaneyi, cevizi, fındığı, inciri
çizdirmekti.

---

öyle bir bluz ki bulut giymişim sanki. sanki kral çıplakmış da melike de bulutları çekmiş üstüne.

---

kim sütü akan incir kim kuruyemiş?

kuru incir içindeymiş kuruyemiş.

kuru kuru yemiş.

---

kızım dünya, kıssadan hisse işte, anlasana.

kızım dünya, küçük esnaflık yapma.

kızım dünya, ne hinmişsin.

---

cemal abi seni unutacaktım, halbuki sen beni daima umutlandırdın. ne diyecektim bak, az daha bunu da unutacaktım.

sen bir şiir yazmışsın cemal abi, geçen gün gördüm.
sen bana bir şiir yazmışsın cemal abi, nereden anladıysa anlamış sevgili, senden alıp bana yazdı o da.

eline sağlık cemal abi, cemal sevgili, cemal baba, benim süreyyam.


---


Burkulmuş Altın Hali Güneşin

Sen bir çocuksun, annen sinirden bir de sevinçten doğurdu seni

yırtılan ipek sesiyle;

Bir çocuksun sen, bedeviler gibi ezberindeki şiirlerle bulmak
zorundasın çölde yitirdiğin yolu; yeryüzü şenliğinin azımsanamaz
bir parçasıdır yaktığın ateş, kıvrıldığın dönemeç, açtığın şemsiye,
kucakladığın yaşlı ağaç; iyi bir çocuksun; tuhaf çocuksun; ağzını
burnunu tıkasalar gözlerinle soluk alırsın; gözlerini bağlamaya
kalksalar el ve ayak tırnaklarınla; kalsiyum ve kalker destekler
seni, yeraltı suları destekler seni

yırtılan ipek sesiyle;

Bütün evler boşaltılmış, herkes dışarı dökülmüş; taşıtlar adam
almıyor, sinemalar tıklım tıklım, sokaklarda insan başlarından
bir nehir; meydanlarda insani tabaka görülmemiş bir çiçeğin
taçyaprakları gibi

yırtılan ipek sesiyle;

Sen ve seninkiler ovalarda değil, denizlerde değil, durgun ve
çalkantısız ve bulanık ve ılık göllerin dibinde büyüdünüz, sıkış
sıkış, en yalın, en ilkel, birbirinizi yiyerek. Arada sırada
güvercin kanadı bir aydınlıkla taranıyordu bakışlarınız, o kadar.
Bu yüzden seni başarı hanesine yazmıştır mavi oksijen; desteklemiştir
seni

yırtılan ipek sesiyle;

şimdi hınçla ve karışık dülüncelerle üflenmiş camdan burkulmuş
altın halini görüyorsun güneşin

yırtılan ipek sesiyle;

...

21 Ağustos 2010 Cumartesi

daha gün ışığı değmeden dallara, çekiyorlar perdelerini incir ağaçlı camlara.

"onlardan çekindiğimi itiraf ediyorum."

---

"onu öptüğümde içimden kaynar sular akacakmış gibi."

bu cümleyi yazmadan önce:

"deli gibi dolanıp duruyordum bir aşağı bir yukarı. kim koluma çarpar, kim gözüme değer merak da ederekten savuruyordum bedenimi sahibini arayan aç köpekler gibi, hem bağımlı hem bağımsız ve ısırmaya can atar gibi, tehlikeli. suskun ve yıkılmaz ve kararlı. bulacağım elbet. beni de bulacaklar elbet.

incir ağacından akan süt, hayattır. ben dokuz defa beyaz sütüm. sevgilim üçte dördüm kadar beyaz sütü akan beyaz sütlü incir olsa.

tazeden az bayat.

düşündün mü hiç; ben kente indiğimde, açmış bir çiçeğin kökü hangi gebeyle yer değiştiriyor deprem ile?

hiç düşündün mü?

ne zaman ki yüzleşirsin, o zaman aynalar bile göstermeyecek beni."


bunları yazmıştım.

13 Ağustos 2010 Cuma

varoluş nabız gibi atan bir şeye dönüştüğünde zaman geçmek bilmez.

üzmek istemem, canı acısın istemem. çünkü bir başladı mı o ince sızı inanın hiç dinmez. bir kıymığa kıyasla fazla sızlatır canı.
ama eğer o kıymık benim canıma batmışsa ..

ne olur ha ne olur? ne aptalca tanrım. bunlar nedir ki, ne ufacık şeyler.

daha ufakları var, bak sana ne göstereceğim;

[benden çekinmene sebep olan her ne ise bilmek isterim. nedir seni ürküten, nedir seni benimle ileşitime geçmekten alıkoyan şey? sorgulama olarak algılanmasını istemem bu yazdıklarımın. zira fazlaca samimi meraklarım bunlar.

hatırlıyorsan anlatmıştım en son görüştüğümüzde; ihtiyacım olan tek şeyin merdivenin en üst basamağında oturup bana "sana kırmızı ruj aldım!" diye seslenmesiydi. lütfen korkma o biri sen değilsin birtanem. bunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki seni hiç orada oturuken göremedim. eğer bundan kaynaklanıyorsa benimle iletişime geçmekteki bu çekingenliğin lütfen bunu sil at. hatta dileğin bu yönde ise benimle paylaş, ben de sana "fazla" içten davranmam. benim istediğim ve başta senden de bu yönde olumlu sinyaller aldığım; birbirimize karşı hesapsız davranmamızdı. sanırım sen bendeki bu hesapsızlığı gönül işleriyle karıştırdın-benim gönül işlerimle, aksi halde seninkinden bihaberim-.

bak birtanem, ben rahat olmaya çalışıyorum. bu "rahat" kelimesini anlaman için şöyle özetleyeyim tanıdıklarımı; benim dedem dindar bir insandı. ailemde konservatifler çoğunlukta ve onlar aşırıcılar. ailemde demokratlar da çoğunlukta ve onlar da aşırıcılar. benim başarmak istediğimse ne onlardan olmak ne de onlardan olmamak. ben onları gözlemlediğimde çok ortak yön görüyorum ve bunları tepkiye dönüştürmek yerine bunlardan fayda sağlamaya çabalıyorum. ne kadar zor biliyor musun? ailemdeki çelişki beni rahatsızlığa, bir yön seçmeye itse de ben bunu yapmayacağım. aşırılıkların üzerimdeki baskısı elbette yoğunlaşacaktır, o zaman ne yapacağım? ben biliyorum. öyle basit ki; ya evleneceğim ya da gideceğim. ki bana öyle geliyor ki gideceğim. fakat ben istedim ki gideceğim zaman iyi insanlarla gideyim. evet senden bir son beklemiyorum. sen de beklemiyorsun biliyorum. fakat benim de bir sonum olacaktır. eğer ki sen o sonda kendini görmek istemiyorsan bunu bana açıkça ilet. memnun olurum. diğer türlüsü nahoş. vallahi billahi nahoş.]

ps1: winston wolf'u çok özledim.
ps2: kadınlar hep dönerler.
ps3: unutma, o da bir genelleme.
ps4: seni seviyorum küçüğüm.

12 Ağustos 2010 Perşembe

ben değil de bir arkadaş

şimdi yazamıyorum; ama aklımdan geçenleri dökmek okumak kadar kolay değil.

Bir ara ne kadar da meraklıydım şiire, nesire. Ufacık bir dize dünyamı oynatırdı. “Şimdi” gelene kadar ne oldu o dünyaya acaba?

rose wine içerim yazları

ve dinlemenizi çok isterim;


strawberries cherries and an angel's kiss in spring
my summer wine is really made from all these things
take off your silver spurs and help me pass the time
and i will give to you summer wine
mmm-mm summer wine...




inanın kimle paylaştığınız mühim değil. sadece sizin tatmanız bile bana mutluluk getiriyor.

hayat, amiyane bir tabir ise eğer..

Tek eğlencemin yazmak olduğunu farkediyor ve bir iki dakika susuyorum. Sabah kahvaltı yaptığım halde çok lezzetli olduğunu bildiğim için, iş yeri istikametinde konuşlanmış simitçiden bir tane kaşarlı açma aldım. Çalışanlarının her sabah en az 10dk geç kaldığı ofise girer, hazır ışıklar açılmamışken açmayı hüpletir, ben açmayı bitirene kadar da kimse gelmez, üstüne de çayımı içerim diye tasarılar yaptım. Ofise girdiğimde ışıkların açılmamış olması benim için manasız derecede manalıdır. Geldim ışıklar kapalı, kimse yok. burada tuhaf bir ferahlık duyumsadım, tabi klimaların etkisini söylemem saçma olur. Açmayı yedim, kaşarlı kısmı bittiğinde Arzu girdi odaya. Kuyruğunu zaten yesem de yemesem de bir diye düşündürttü Arzu’nun zamansız odaya girmesi ve yemedim. Kalan kısmı paketin ucuna itip ağzını katlayıp masanın üstüne bıraktım. Oruç olan çaycı her sabah elinde tepsiyle ofise giriyor, iki espiri yapıyor ve çaylarımızı dağıtıyor. Tepsiyi ofisin ortasındaki ağzı kapalı kutunun üstüne koyuveriyor ve patronun masasının önündeki tartıya çıkıyor. Ben aklımdan bu sırada onuncu katta olduğumuzdan yer çekiminin ne kadar etkili olmadığını tartıyorum. O kilosunu tarttırıyor. İftardan sonra 700g farketmiş diye alay ediyor kendiyle. O sırada patron yerinden kalkıyor ve çekil bakiyim, dün 50 kiloydum sen gördün, diyor çaycıya. Tartının üstüne çıkıyor ve bak ben de 300g almışım, çok yemişim dün demek ki, diye kendince hiç de zor olmayan bir çıkarım yapıyor. Niçin zaman kaymasıyla anlattığımı söylemek isterim; çünkü bu rutin her sabah tekrarlanıyor. Bunları niçin yazıyorum? Kim bilir?


Staj kolay iş.


iş dedim bak.
işgüç.
iş ve güç.
ne işim gücüm olacak yahu.
hali vakti yerinde bir öğrenciyim.
gerçi sorun da halimin vaktimin yerinde olması ya. iş güç edinmeye uğraşıyoruz.
bakalım.
genç sivil rahatsız.

5 Ağustos 2010 Perşembe

new direct message

lanetli aşk tanrısı beni yalnız yakaladı
seni tek dostum olarak görmemeli miyim
duvardaki yazıyı okumalı mıyım
güzel şarkı söylüyor değil mi
ve sen de tıpkı bir ölü gibisin
her şeyin tersine döndüğü bir rüya gibi
bana karşı aynı çılgın hisleri duymuyor
şarkımdaki kederi duymuyor gibi
bir yerlerde seni arayan köylü bir beyefendi var
adam var
senin uzmanlık alanından eminim haz alacaktır
çünkü senin öpücüğün tüm haplardan daha iyi
çünkü seninleyken aşka inanıyorum
ne yaptığımın bir önemi yok
ne zaman ağlasam geliyorsun
üzgünüm efendim


kapılardan sadece biletli müşteriler geçebilir
hayatın ufak tefek serüvenleri işte

vazgeçebilirsin


saçlarım hafiften lüle ve koyu kahverengi olmasına rağmen çoğu zaman aralarından sarılar parlar.