12 Ağustos 2010 Perşembe

hayat, amiyane bir tabir ise eğer..

Tek eğlencemin yazmak olduğunu farkediyor ve bir iki dakika susuyorum. Sabah kahvaltı yaptığım halde çok lezzetli olduğunu bildiğim için, iş yeri istikametinde konuşlanmış simitçiden bir tane kaşarlı açma aldım. Çalışanlarının her sabah en az 10dk geç kaldığı ofise girer, hazır ışıklar açılmamışken açmayı hüpletir, ben açmayı bitirene kadar da kimse gelmez, üstüne de çayımı içerim diye tasarılar yaptım. Ofise girdiğimde ışıkların açılmamış olması benim için manasız derecede manalıdır. Geldim ışıklar kapalı, kimse yok. burada tuhaf bir ferahlık duyumsadım, tabi klimaların etkisini söylemem saçma olur. Açmayı yedim, kaşarlı kısmı bittiğinde Arzu girdi odaya. Kuyruğunu zaten yesem de yemesem de bir diye düşündürttü Arzu’nun zamansız odaya girmesi ve yemedim. Kalan kısmı paketin ucuna itip ağzını katlayıp masanın üstüne bıraktım. Oruç olan çaycı her sabah elinde tepsiyle ofise giriyor, iki espiri yapıyor ve çaylarımızı dağıtıyor. Tepsiyi ofisin ortasındaki ağzı kapalı kutunun üstüne koyuveriyor ve patronun masasının önündeki tartıya çıkıyor. Ben aklımdan bu sırada onuncu katta olduğumuzdan yer çekiminin ne kadar etkili olmadığını tartıyorum. O kilosunu tarttırıyor. İftardan sonra 700g farketmiş diye alay ediyor kendiyle. O sırada patron yerinden kalkıyor ve çekil bakiyim, dün 50 kiloydum sen gördün, diyor çaycıya. Tartının üstüne çıkıyor ve bak ben de 300g almışım, çok yemişim dün demek ki, diye kendince hiç de zor olmayan bir çıkarım yapıyor. Niçin zaman kaymasıyla anlattığımı söylemek isterim; çünkü bu rutin her sabah tekrarlanıyor. Bunları niçin yazıyorum? Kim bilir?


Staj kolay iş.


iş dedim bak.
işgüç.
iş ve güç.
ne işim gücüm olacak yahu.
hali vakti yerinde bir öğrenciyim.
gerçi sorun da halimin vaktimin yerinde olması ya. iş güç edinmeye uğraşıyoruz.
bakalım.
genç sivil rahatsız.

Hiç yorum yok: