26 Temmuz 2009 Pazar

Tek başınalığınız fazlasıyla ciddiyet yüklü.. İroni sizi bu ikili halden kurtarıp, kendinizle bağlantınızı güçlendirebilir.




selamlar tekrardan. biliyorum günlük uzun süre geçti aradan; ama kendimde sana yazacak takat bulamadım nedense. insanlar beni izledikçe kendimi kaybediyorum ve o sünepe zekamla yazdığım yazıları tekrar tekrar okuyup ne kadar mükemmel olduğunu düşünüyorum. sadece internet bağlantım gitti, şaka yaptım.ne yazacağımı ve yazıya nereden başlayacağımı bilemiyorum. kilitlenmiş durumdayım. aklıma geliyor bu sefer erkeklerin hilkat garibesi olduğu gerçeğinden yazayım diyorum dakika geçmeden bugün 5 dakika önce tanıştığım adamın 5 dakika sonra bndiğimiz minübüs paramı ödemesinden bahsedeyimden çıkıyorum. ama olmaz ki canım, erkekler bu kadar şaibeli değillerdir ki. eğer dayılarıma çektiysem çapkın olduğum su götürmez; ama eğer yengelerime çektiysem de bi' dakika yaa insan yengesine neden çeker ki. yok öyle bi'şey, yersen.
sanırım 2 saat önce girdiğim duştan halen saçlarımı taramamış olarak mimlendim. şu an parmaklarımı tarak yaparak saçlarımın arasından geçirip dökülenleri masamın üstündeki yediğim kellogs vişne bar ambalajının üstüne bırakıyorum. allah'ım yumuşakçalar benim saçıomdan daha yumuşak olamazlar! valla kendi kendimin sevgilisi olduğum şu günlerde kendimi daha da bir sevmeye daha da bir dinlemeye ve daha da bir tapmaya başladım afedersin. yok böyle bir kendini beğenmişlik, böyle bir küçük dağları ben yarattım diğerleri de miras kaldı havaları filan of diyorum.


bugün duştan sonra anladım ki amerikadan stokladığım rollon'um bitti bitecek. sürekli konunun dışına taşma isteği bende kelebek etkisi gibi bişi oldu şu sıra. yapıştı. pazartesi izmir'den bi' arkadaşımın doğum günü ve o gün postalayacağım kartım ertesi gün eline ulaşacak muhtemelen. sağlık olsun. bu yollayacağım ilk doğum günü kartı ve ilk postalayacağım kart olarak meraklıyız ailecek.

dün teyzem ve kuzenim geldiler. zülfü livaneli konseri 55 tl imiş, zaten geçen gün sezen aksu konserine de 80 lira bayılmış bizim teyzekızı. ama gel gör ki haber veren yok. ee insanın fingirdeği olunca kuzen hangi götüme girsin edası takınılıyor. ama zülfüye gidicem bağırıcam "döştee bıçak yarasındaaaaan caaanım, güneş topla beniiim içiiin dın dın".


yo yo "nefesim nefesine" ye ihanet etmem, o başka.


cumartesi ehliyet için direksiyon sınavına girdim mi, girdim. gayet dikkatli, bol sinyalli bir sınav verdim. piç direksiyon hocamın tarafında da debriyaj ve fren var ya, hay bunu düşünenin ben kafasına afedersin. allahım bırakmıyor debriyajı arabayı kaldırayım. ben ayağımı çekiyorum yavaş yavaş debriyaj gelmiyor, takıldı mı netti diye düşünürkene jeton işte, dedim: "hocam debriyajı bıraksanız araba gitse." "%;o0o/)^!" bi'şey diyemedi. ayağını çekti paşa paşa ben de kaldırdım arabayı. napayım ya. arkada da değerlendirenler(!). ne değerlendirmeydi amma. ben arabayı sürüyorum adamlar bodrumdan, havanın sıcaklığından bahsediyorlar. neyse neyse, verdik sınavı. ehliyeti de kaptım mı araba almak için para'dan başka sorunum kalmıyor herkes gibi. çok düşündüm şu amerikancık filmlerindeki gibi liseye külüstür bir mercedes ile gitmeyi, nitekim lise geldi geçti, aha üni. de bitti bitiyor bende tık nık. şu yukarıda lastikleri patlamış çoo..(burada çokça 'o' var)..k eski bir mercedes var, o kadar eski ki neredeyse yere yapışmış bir halde. hem de yeşil ya! çok hoşuma gitti. berberin yanında duruyor. acaba gidip sorsam mı sahibi nerde diye. ama berber işte. neyse. sınavın olduğu yerden levente gitmek için uzunca bir mesafe yürüyüp minübüse binmek gerekiyormuş. e ben paranoyak olduğum için bulabildiğim esnafa sormayı tercih etmek değil kendimi zorunlu hissediyorum. neyse ki orada da bir tane var o da halı sahanın kiralandığı vs işlerinin yapıldığı ter ve ayak kokularıyla dolu olan girişe sahip büyük ama kocaman sayılmayan büfevari bir yer. yaklaştım, girmeyi aklıma koymuşum ya direksiyon dersinde karşılaştığım biri çıktı. gülümsedi, ona sordum sen biliyor musun nasıl giderim levente diye, biliyorum birlikte gidelim dedi. yürüdük, okuyup okumadığımı sordu, mesleğimi, yaşımı filan. zannedersin ertesi gün ilişkiye başlayacak. neyse kibarlık tutmuştu dün bende, çiğdem biliyor. hiç hırlamadım, güzelce cevapladım. minübüsü durdurdu, bindik cüzdanımdan parayı çıkardım, ama elimde kaldı koy onu yerine diye beni durdurdu. benimkini de verdi. valla verdi, billa verdi ya. şaşırdım, çocuğu sanırım 2. görüşümdü. ki alaman usulünü savunanlardan biri olarak bu hareketi acaip hoşuma gitti lan. öyle böyle değil, bir de boyu biraz uzunca olsa falan fıstık kıl tüy yün. minübüsten indik, tanışmaya memnun olmalar faslı geçti;


-zamanın varsa şurda iki çay içelim. dediği an bende attı sigortalar şekerim.


ne lan minübüs paramı ödedi diye vereceğimi filan mı düşündü nedir, anlamadım ki. basit zekalara bayılıyorum ya, oynatırdım ben onu da dedim güzel çocuksun, hırpalamayayım. yok teşekkürler, işlerim var bugün filan, geçtim gittim.


valla vereceğimi düşündü, billa düşündü. ben de az değilim hemen yapıştırdım cevabı;

-sana vereceğime çalı çırpıya sürterim. dedim

demedim, deseydim o da bana pekâla

-dükkat et, türkiye çöl olmasın. diyebilirdi. ona bu kozu vermedim. gerçi bunu söyleyebileceğinden de emin değilim ya, zeka bendeki işte. ben olsaydım derdim. ha diyemez o, şöyle bir seks geçmişini yoklar filan, kalırdı öylece ballı böcek. kıyamadım.


16 Temmuz 2009 Perşembe

look at the hate we're breeding, look at the fear we're feeding..



sadece yerimde soluma doğru masadan kıvrılmış bacak bacak üstüne atarak oturmuş dünya ile ilgili düşünceler kuruyorum. basitliğimin dibine vurmuş bir anımdayım zaten. ne stajımı yapacağım bu yaz ne de ruhumu bedenimden ayıracak yaz aşkı bulabileceğim bir tatil yakalar beni şu ara..

dünya dediysek bazen ruhani şeyler de geçmiyor değil aklımdan. evet manevi. şimdi oturup babamın nasıl bir köpek olduğunu, onun babasının da nasıl bir köpek olduğunu, oğlunun da nasıl bir köpek olacağını düşünüp o güzel sefa halinin pezevenklik durumunu bozmayayım diyorum. ama yok. dürtülüyorum. sıçayım baba bu yaşattığın hayata.

yalnız sefa pezevenkliği pek de hoş bir şey değil. ha bazen hayatımın anlamı oluyor ama an'lık zaman aralıklarında.

ay oldu elimi piyanoya doğru dürüst süremedim. çekiniyorum paslandım diye. ne zaman otursam elalemin istekleri rahat bırakmıyor ki. ya belki hazır değilim, belki çekiniyorum, belki ezberimde değil. neyse ki bir kaç ders verdiğim saat içinde yüzebiliyorum notaların içinde. tam gözümün önünde de yığınla kitap okunmayı bekliyor.

yılın en yalnız zamanlarını yaşıyorum. ki yaz ayları benim için yılın en yalnız aylarıdır. annem babam öğretmen değiller ki yazlığımız ola da 3 ay tasasız kendimizi gömelim. canım dediğim yer de bana cehennem oluyor haliyle, ah istanbul..

ben en çok erol'a aşık oldum. en çok ona ait hissettim kendimi. ondan sonradır ki anladım yaşıtlarım olan erkeklerden bana bir şey olmaz. bir bayan olarak akranı olan erkeklerden daha çok şey bilmek, daha ağır başlı olmak ne kadar zor!işte böyle olunca da sizden daha çok şey bilen ve sizi alt edebilen birine kolayca(!) kaptırıveriyorsunuz kendinizi. nitekim ben de öyle oldu. ama ona kendini kaptırmayan kıza ben kız demem! vardır onda bişi. başka bişi. üniversitede hocamdı, anlatınca o kadar büyürdü ki o benliği, beynime sığmaz kalbime taşardı. halen de etkisi üzerimden tam anlamıyla gitti diyemem.

ben onu kerim tekinin karbeyazıyla cici baba arasında ki tezat ama vazgeçilemeyen tat ile sevdim. çok sevdim be abi! ama hocamdı.. çokca göz göze gelirdik. öyle ustaydı ki asla renk vermez bu tür işlerde. insanı gıcık eden herşeyi bilen tavrı var ya, bir de tavırdan öte bilirdi be herşeyi! bir keresinde 21. yüzyıl ve yönetim dersinde:

-aşk diye bir şey yoktur. aşk baskın stratejidir. %50-%50 dir herşey. hoşlanırsın karşındakinin 1'ini alırsın, çoğalırsın ve sen %51 le taşarken o %49 olur. senin yükün arttıkça aşk ile o azalır. demişti.

herşeyiyle bağlanıyordum, en ufağından, dersteki belli belirsiz bir kaş hareketi bile beni büyülemeye yeterdi, kitaplarını tutuşu, o gün taktığı kravatı, tahtaya yazmak için elini havaya kaldırışı bile bambaşka gelirdi. ve onun gibisini de tanıyamayacağıma inanırdım. tanımadım da. öyle herşeyi bilen gözleri vardı ki benim de içimden geçen fena şeyleri anlar diye göz göze gelmemek için kitap karıştırır gibi yapardım, not alır gibi yapardım. tişörtümün veya elbisemin orasını burasını çekiştirir, saçımdaki tokayı alıp açar, tekrar toplar veya bırakırdım. özellikle çarşambaları giyimime dikkat ederdim. parfümümle yıkanır, makyaj için sadece kapatıcı tercih ederdim; çünkü anlamıştım kravatının mat renklerinden. makyaj sevmez, yapanın suratına pek bakmazdı.

bariz kızlara düşkündü.ama ben de ona düşkündüm. en ufak kelimesini bile beynime kazırdım, saatlerce düşünürdüm. onu etkilemek için konuyla alakalı karıştırmadığım kitap sayılı kalırdı. nitekim etkilerdim de.. hele bir de benim bu hissiyatım üzerine her doğru cevabı almak için en son bana gelip.. iyice kaptırdım, geldiği falan yok sadece sorması.. da cabasıydı benim can çekişmelerime. allah'ım nefessiz kalıyordum o her omzuma dokunuşunda. bir de gözlerimin içine içine bakardı ki, o an yanımdan gitmesi için dua ederdim.

"çabuk git, allahım ne olursun çabuk gitsin, bakmasın, aklıma sıçayım adam alt tarafı göz temasıyla bana önemini hissettirmek istiyor ne bu ucube halin kızım! gitsin yoksa ben gidicem, allahım bu koku muhteşem, gitmezse olmicak şeyler olucak!"

ve giderdi ben yine bin pişman.. "yine gelsin.. allahım gelsin, getir.." bir tek O'nu arzuladım hayatımda, bir tek O'nu. garip ama evet sadece oydu arzulanan erkek hayatımda! ve ben ondan sonra yaşamımdaki erkeklerde babam yerine o'ndan iz aradım. halen de ararım. benim yasak adem'im de sendin işte!

14 Temmuz 2009 Salı

bulutlar ülkesinden kuru topraklara.. indir beni, sez beni, yaz beni..



artık bokun boku olduğumu düşünüyorum. sevgili olacak adamlarım aşkı\sevdayı piç ediyorlar. aile desen, bence hiç deme. siktir olup gitmeyi düşünüyorum bu diyardan. alışık olduğum insanlardan, merhaba demek zorunda kalmadığım bir şehir, vişne suyu olmayan bir kasaba, sezen aksu'nun cırlak cırlak "aşk aşk aşk aşk aşk aşk ve aşk aşk" diye ağlayan, zırlayan ve de dediğim gibi cırlayan sesini duymadığım bir yer var mı bildiğin?
ulan bir anne böyle yapar mı? ya da bir insanın annesi senin değerlerine saygı göstermiyorsa el'den ne beklersin. piç oldu beynim.
ananem ile öğle yemeği yerken sözleşmiştik, akşama balkonda içecektik birlikte bir kaç kadeh bişi. neden dilime aldım bilmiyorum ki!!!
ben daha körpe kadarken babam olanın kafasını mutfağın seramik duvarına vururken hatırlıyorum. ben daha körpe kadardım babam olanın anne olanıma kardeşe hamileyken tekmeyle dövdüğünü hatırlıyorum. ben daha körpe kadarken babam olanın annem olanı aldattığı kadını kapı deliğinden baktığımda gördüm. sonuç ne? ne olabilir; erkeklere ömrü boyu güvensiz, kendine güvenini de sorgulayan ucube bir kız! ama ben kötü oluyorum, içip içip döven benmişim gibi davranıyordu annem hep. tek bir artım vardı, dışarıda sevilen bir çocuktum. okuldaki başarımdan dolayı istanbul'un bursunu topluyordum da evimiz resmen lisedeyken öyle dönüyordu. ama anneme bir türlü yaranamazdım. zaten babam olanla bi kaç yıldır konuşmuyorum. annem sağolsun, batı görünümlü doğu beynine sahip.
didem'e gittim. yemek yedik, geleneği bozmadık çay içtik. dedik zaman bolken, hazır ayağımızda sahil yürüyelim. nitekim eve geldim üstümü değiştirdim. çıktık yola, o ismail türüt deyimiyle uşakların olduğu yerde abazalar boy boy, renk renk. çingenesi, polisi, sevgilisi olanı, olmayanı, yaşlısı, atletiği sıra sıra. ulan şerefsizler ne dikizliyorsun? önceden böyle değildi. işte kendini bilmez piç erkekler yüzünden 6'da gidiyorum denizin tadını çıkarmak için, temiz havayı solumak için. gidiyorum buz denizime, hop hop hopluyorum, zıplıyorum, mayoma girmiş kumları kayıtsız çıkarabiliyorum. benim sahip olduğum bu vücudu da nah görürsünüz.
eve geldim, kapıyı açtı babam olan, masaya baktım 1 yıldır gardrobumda sakladığım kırmızı sek şarabımın dibine vurmuşlar. hiçbirşey söylemedim. havlumu aldım direk banyoya. çıktım halen kayıtsızlar. patladım patlicam. bağırdım olanca gücümle suratına.
-anne ben onu neden saklıyorum bilmiyor musun? hani birlikte içecektik, hani söylemicektin o(babam olan)na??? neden dolabımı karıştırıyorsun, neyim bu evde ben, niçin saygı göstermiyorsun benim alanıma, benim kaç defa hevesim böyle kırıldı senin yüzünden, hep böyle yapıyorsun bana, ne önemsediğin var ne bir sırrımı sakladığın!
ulan insan evladının sırrını saklamaz mı, eve geliyorum, 'anne, galiba ben bi oğlandan hoşlanıyorum, bugün öpüştük'. ertesi gün teyzem 'ee kız olanında bu yaşta sevgilisi varsa baştan beyinden çıkmış demektir, çok gezen pabuç bok getirir, gezmemeli öyle erkeklerle.' suyuna gidiyordum teyzemin diyordum 'teyze kimseye söyleme de sana bişi anlatcam'(ağızdan lafı almak ne demek, direk uğraşmadan söyler karşımdakiler) ben daha adımı atmadan 'annen anlattı.' ne olsa yani ne dirhem bokum olsa herkes bilirdi. bir de tembihlerdim bak anne söyleme nolursun kimseye. bilmesini istemiyorum kimsenin. yok ben kendime söylüyorum sanki. hele öyle şeyler var ki resmen kadın bir keresinde yılbaşı gecesiydi galiba herkesin ortasında biliyor musunuz '(adım)'da şöyle şöyle yapmış da böyle halt etmiş' diye hayatımın en büyük yanlışını söylemişti ya! hele de kavga etmeyelim. ben sinirlendiğimde zaten evdekiler ses çıkarmaz, bilirler pis olurum öyle zamanlarda. ne yanlışım varsa olur olmadık kimselerin yanında yüzüme vurur. e öyle öyle ne olucak? tabii ki arsızlığa vuruyordum ergen iken. şimdi hiç ses çıkarmıyorum.
uyuyamıyorum, bazen yemek yemediğim günler oluyor, kahvenin dibine vurduğum günlerim, odamdan dışarı adım atmadığım haftalarım var. kimin umrunda?
ben hep susardım, etrafımdakiler anlatırdı. kime diyebilirdim ki?
-babam dün içti, annemi ölesiye döverken 9 yaşındaki erkek kardeşim korkusundan mutfaktaki bıçakları alıp kendini odaya kapadı, saat 1 olduğunda polisi aradım. ifade verdikten sonra babam büyükannemin evine gitti. anlayacağın kan gövdeyi götürdü bizde yine dün akşam. ee senden naber?

13 Temmuz 2009 Pazartesi

parrrrdon çıkalı terbiye fukaraları çoğaldı anam!

dolapta daha parmaklanmamış frambuazlı pasta var. zencefilli olsaydı on parmağımın da izi görülürdü. olsun o mayhoş tadı da seviyorum. beyaz kremadan nefret ederim. vişne suyu kadar sevmediğim bir başka meyva suyu daha yok piyasada. ananas meyvasını da colorado'da kusana kadar yedim. tokum ananasa. seviyorum be ananası. burada pahalı. bana ananas alacak bi seven lazım.

winston wolf'ta bahsi geçen sonbahar'ı seyrettik babamla. gün döndü, zaman yine piç oldu. sonundaki dört dakikalık, beş de olabilir, sahneye bel bağladım. sakinden vuruyor, yası. biraz tatminsizlik yaşadım evet. çevre açısından zayıftı ama o kadarını bile çekemezdim, bok atmayayım.


şu türk sinemasında karşılıklı oynanan evlilik oyunlarından gına gelmedi artık. bi' daha koysun malum kanallar bi' daha izlerim. Gülşen Bubikoğlu Türkan abla'dan sonra gelse de pek bi' sıkılırım Evcilik Oyunu'ndan.
o değil de çengi naciye favorim benim. çarliston sebahat'ın kankası naciye. hele hele de replikleri üf anam babam.. noktalı virgül anam!


koluna sepet takar
sokaklarda fal bakar
ah güzel olayım diye başına çiçek takar
zilleri tak çalkalaa
keman çal gıygıylaa
zurnayı üfleee
üfürükleee
kocama selam madiden huhuu..


-senlen pazarlık değil toptan alışveriş olur anam babam!
-tabii olmaz ulan, oynadığınız bütün kağıtlar hileli be. boynunuzdaki medeniyet yularından utanın, köprüaltı kumarbazları bile bu pis numaraları yapmaz. buldunuz muhallebi gibi çocuğu sövüşleyin bakalım, erkeksen kadayıfa gelin anam(hem de kaymaklı)
-ee fazla ileri gidiyorsun bu da nesi -ara nağmesi kocacım!
-zarları alırsın anam, öpersin, hörmet icabı korsun başına sonra yallaaa.. buna da derler düşeş! fazla soyundun üşüme gebeş! hadi bakalım ağbicim yallah!
-sıra sende hanım abla. gel de şu yaldızlı entarinin bi' falına bakalım senin de! hey dingala dingala, kömürü de koydum mangala..
-nefes al da ALLAHh! diyelim anam!
-bizim özümüz sütlü annam,biz para çocuğu değiliz.
-çok sevgili, çok canciğer muhterem türk vatandaşları arkadaşlarım!!

12 Temmuz 2009 Pazar

sen beni güldürdün ya, allah da belanı versin.


düşüncelerime ya da ruh halime göre mimikler veriyorum özellikle iş yeri yada evde insanlar beni bir süre izledikten sonra izlendiğimi farkediyorum. sonra bastırdığım bu mimikleri daha da açığa vurup gülüyorsam kahkayaya dönüştürüyor, sinirliysem yüksek desibelli konuşmalar gerçekleştiriyorum izleyenlerimle. niye gülüyorsun ya da niye sinirlisin gibi sorular sorulmasına pek aldırış etmiyorum. ben kendimle ilgileniyorum bu kadar basit.




kendi kendine konuşmak..

10 Temmuz 2009 Cuma

adem'den beri


o kadar sıkılıyorum ki şu an ne nefret ettiğim babamın aldığı gümüş-zümrüt küpe ve yüzüğü düşünebiliyorum ne de geçen alışverişte aldığım cicilerimi. kendimi amy'e verdim hayat öylece akıp gidiyor. öylece akıp gitsin zaten. bir işe yaramıyorum, fena halde sinirimi bozuyor. kendimi bok gibi hissediyorum, uyuşuyorum arada sırada.keyfim olduğu zaman en azından haftada 4 gün sabahları koşuyorum. deli gibi koşuyorum, nefes alamayana kadar. deniz de bir serin rüzgar getiriyor kucağıma, bayılıyorum. rüzgarı öpüyorum, onunla sevişiyoruz. dudaklarıma dokunuyor, saçımın her teline dokunan tek varlık.. soyut ya da somut ne fark eder. saçının her teline dokunabildiğin bir sevgilinin olduğunu sanmıyorum kırıntı beyinli.uzun zamandır şiir yazamıyordum. bu sabah 6 da saat uyandırdı, 7 de kalktım yataktan şu yazıyı yazana kadar da sanırım 1 saat oturmuşumdur anca gün boyu. neyse diyodum ki 7 gibi şiir yazasım geldi, kaptım günlüğümü, 0.9 uçlu kalemimi. evin kapısını açtım, dışarı çıktım ve aklıma gelen her cümlemi yazdım kağıda. dedim sonrasında bir düzene koyarım. yazarken teyzem geldi yan dairede canım ananem oturuyor. ona gider, anladı deliyim bu sabah, pek üstelemedi. öptü ve önümden geçti gitti.şu an üçüncü bir buçuk litrelik suyumu yarılamış durumdayım. bir yudum daha alayım.
...
evet anladığın üzre bu ara kendimi hissetmiyorum. pek yazasım da yok zaten. yokacan tatile var uzun zaman da ben asıl blog yazmaktan tatile girdim. ne blog okuyabiliyorum ne de yeni girdi yapabiliyorum. bloglar arasında boğulduğumu hissediyorum. oluyor bana bazen. düşünsene milyarlarca blog vardır, senin ki, benim ki, onun ki, ötekinin ki.. o milyarlarca bloglarda trilyonlarca yazılar, katrilyonlarca izleyen-izlenenler, zilyonlarca harf girdileri var.. ne iğrenç bir şey bu ya. cidden birey olarak hiçbirşeyiz. ne kadar değersiz ve pahada hafifiz, düşündükçe deli olmak işten değil vre!düşünün ki hem o kadar bokuz hem de aklımıza taktığımız şeylerle etrafımızı sıvıyoruz. boktanca önyargılarımız, boktanca saplantılarımız, boktanca takıntılarımız, boktanca hayallerimiz, boktanca düşkırıklıklarımız var.. boktanca kıyafetlerimiz, boktanca almak istediklerimiz ve alamadıklarımız, boktanca sevdiklerimiz, boktanca platoniklerimiz, boktanca konuları başarabilmenin elli yoluna sahibiz. peki kim umursuyor allah aşkına? hangi boktan insan tarafından tam olarak anlaşılabiliyor ve tam olarak tatmin olabiliyoruz? çocuğun olunca deme bana aptal!! çocuğunun olduğuna sevinemiyorsun bile, an itibariyle masraflarını düşünmediğini söyleme bana. iş bulunca deme kafanı keserim çocuk senin! evet herşey çok göreceli ve görecelilik bile boktan!
şurda oturmuş kime yazı yazıyorsam onu bile anlamış değilim. neden yapıyorum bilinmez, yaptığım şeyi ben bile bilmiyorum ki sen hiç o sünepe beynini yormayasın
i cheated myself,
like i knew i would
i told you,
i was trouble
you know that i'm no good!!

girişinde karşılaştık apartmanın,
monoton akıp giden soğuk merdivenler altımdan kayarken,
küt saçlı kızla...

rüzgar eteklerinden girip saçlarını kucaklıyor,
onun göğsünü rüzgar yiyordu.

küt saçlı kızı gördüm.
Hayyamın şarabı koktu her bir yan
saçlarının arasından,
saatin bir körü sarhoş oldum
sabahın bir kuytusunda

yine yorgun
o ne aşiftedir bilmez kimseler
sabahın selamlarından esirgemediği dudağıyla geceleri adam taşır
bir kira parasına.
dokunamazsın.

dudağının bir kenarında bir damla hayyam ile
öyle acılı kelamlarla bakar ki,
belki Allahın bile gücüne giderdi.
anlamazsın.

gözlerini doldurdu derin âh!
mutlak sessizlik kıyısına bakan berrak yüzü.
sırtını kentime,döndü
monoton akıp giden soğuk merdivenlere.

titrek parmaklarımla araladığım an kapıyı anladım.


onun cehenneme adı düşmüş!
işte tam da bu yüzden hayal kurmak istemem ben..
adem'den beri