çantası koyu yeşil bir kadın, dudakları kan kırmızısı bir kadın, tırnakları bakımsız ve ince parmaklı bir kadın. burnunun hatrı sayılır büyüklüğü ondaki güzelliği herkesin görebilmesini kolaylaştırıyordu açıkcası. kendimden hatırladığım kadınları düşünecek olursam kat be kat güzellikteki kadınlar bu burnu cyrano ile yarışacak kadından daha az çekici geliyor şimdi bana. göğsünün yarığını belli eden buz mavisi keten gömleğiyle bir o kadar salaş; sıkı sıkıya tutturulan at kuyruğu saçıyla da bir o kadar özenli görünüyordu. küpesi yoktu; bileziği, yüzüğü, kolyesi yoktu. üzerinde gözlerindeki manidar bakıştan başka parlayan bir çift taş yoktu. nakış evet. ablam doğru söylemiş. "nakış mübarek.."
dört yıldan beri böyle bir müşteriyi ilk defa görüyordum. ne kadar dalmıştı ve anlaşılan oradaki tüm kitapları hediye etsem bir diğerinde gözü kalırdı. hepsine hevesliydi. ama inanır mısınız birini almadan çıktı, gitti dükkandan. bir ara şüphelenmedim değil. dükkan kalabalıklaşmıştı ve sağ koluna taktığı çantasını iyice sağ göğsüne yakınlaştırıp neredeyse kucağına alacaktı. biraz küçüldü insanların arasında. zaten raflarla iç içeydi, bir şey yapacağı belliydi ama yapmayacağından da emin olduğum bir hissiyatı vardı. ne de olsa yılların kazandırdığı insan sarrafı bir yönüm de vardı. birinci kattan da ayrılmadı. tüm klasikler ve modern dünya edebiyatı ile fantastikler buradaydı. yani en değerlilerimiz. diğer katta ise bilirsiniz, sınavlara hazırlık kitapları. işte oraya hiç çıkmadı, niye çıksındı zaten? benim yaşlarımda bir kadının sınavla ne işi olurdu? anlamadım ki beni sınava aldığını o anda.
kalabalıkla birlikte kitapların arasında zor seçiliyordu bedeni. ince bacakları varmış, ince de bir beli. ama diyorum ya çantası, çantası hayli dolu görünüyordu ve ağzı açık. ah sanmam! san-mı-yo-rum.
dövüş klübü, eşiktekiler, son sürgün, chuck palahniuk, dragan babic, charles bukowski'lerin önünde duruyordu. kalabalık azalmaya başlayınca elindeki kitabı gördüm. bukowski seçmişti. bunca yılın verdiği deneyimle karakterini tahmin etmeye yeltendim fikrimce. sonradan hatırladım beklentilerin hayal kırıklıkları yaşattığını, vazgeçtim. bir turist kafilesi girerken kitaba bir hamle yaptı. ne yaptı anlayamadım. turistlerle ilgilenirken dükkandan fırladığını gördüm. hiçbirşey yapmadım. ne arkasından bağırdım ne de kitabı kontrol etmek için rafa yöneldim. gün ağardı, kasa kapandı ve düzenlemelere başladık. gelişi güzel raflara atılan kitaplar, ambalajından öksüz bırakılan cd'ler, hunharca açılıp okunmuş kitaplar ve saire ve saireler. yine o bahsettiğim hunharca okunmuş kitaplardan biri olan bukowski elime geçti. anladım kadının eline aldığıydı. ne hale getirmiş ya kitabı derken kenarı yarıya kadar kıvrılmış sayfayı gördüm. seçmiş olduğu şuydu inanır mısınız?
Neye Dokunsan
eski bir New Orleans pansiyon odasında elbiselerini giyerdin
sen ve depocu çocuk ruhun,
sonra küçük yeşil el arabanı iterek senin
farkında bile olmayan tezgahtar kızların önünden
geçerdin, minik ve dikdörtgen beyinleri ile daha
büyük şeylerin düşlerini kuran
kızların.
ya da Los Angeles, yedek parça fabrikasındaki
sevkiyat memurluğundan dönüp asansörle 312 numaraya
çıkar ve akşamın altısında yatağa uzanmış sarhoş
bulurdun kadını.
onları seçmeyi bilemedin hiçbir zaman, artıkları,
kaçıkları, alkolikleri, hapçıları buldun hep.
belki de bulabileceklerin onlardan ibaretti, onların da
bulabilecekleri senden.
barlara takılıp başka kaçıklar, alkolikler,
hapçılar buldun. topuklu ayakkabıların içindeki
bir çift zarif bilek aklını başından
almaya yeterdi.
yayların üstünde hoplayıp zıpladın onlarla
hayatın sırrını
keşfetmişcesine.
sonra tezgahtar Larry'nin koca göbeği ve minik
gözleri ile yanına geldiği gün vardı, sürekli
ıslık çalardı Larry.
ıslığı kesip sen devkiyat masasında çalışırken
başına dikilmişti.
sonra sallanmaya başlamıştı ileri geri, böyle bir
alışkanlığı da vardı, sen çalışırken başına
dikilip sallanır ve seni seyrederdi, şu şakacı
tiplerden biri, bilirsiniz,
ve gülmeye başlamıştı, sen akşamdan kalma ve
traşsızdın ve yırtık bir gömlek vardı üstünde.
'ne var, Larry? ' diye sormuştun.
'Hank, neye dokunsan boka dönüyor! ' demişti.
tartışacak birşey yoktu.
Charles Bukowski
5 yorum:
Başlık Mehmet Güreli şarkısındandı galiba, değil mi?
ta kendisinden.
Tanır mısınız kendisini? Benim kendisine birkaç seferlik kahve hazırlamışlığım vardır da... Sırf havalı görünmek için söyledim bunu. Etkilendiniz mi? :)
Mehmet Güreli'den etkiliyim ben zaten. ama kahve hazırlamakta ne var ki!
Hiçbir şey yok. Sıcak suyu döküp karıştırıyorum, o kadar. Şekersiz içiyor zaten. Neyse, benimkisi laf olsun diye, espri olsun diye, şakacıktan söylenmiş bir şeydi :)
Yorum Gönder