21 Kasım 2009 Cumartesi

erkek olanlarınız bilirler.

"sürün, yalancı köpek! "

diye bağırıyordu kapıyı ardından çekerken genç kadın. üç beş merdiveni indi, uçarcasına yürümeye başladı sokakta. ardından gidiyordum, hızına ayak uydurmuşum. caddeye çıktı. az ileride düşünmeden bir kafeye atıldı. kapı tavandaki süslere çarptığında uyduruk bir tını ile yalancı piyano tuşlarını getiriyordu akla. bu onu daha da sinirlendirmişti belli ki. iki kişilik masadan bir sadalye çekti ve attı kendini sandalyeye. saçları o hız ile yüzüne dağıldı; koyu siyah, parlak saçları. her masanın tam ortasına gelecek şekilde yerleştirilmiş şişman avizeler vardı. ışıklar sarıydı, bu da ortamı loş yapıyordu. bayat bir ekmek gibi düşündü. uzunca bir koridorun yedinci masasındaydı kendisi. tam karşısında boylu boyunca uzanmış bir tezgah, tezgahın arkasında içleri emilmiş gibi bakan üç adam ve mavi önlüğünün yakasındaki boynunu çevreleyen danteli sararmış şişman bir bayan. kafenin kapısının bir adım ötesindeki dünyadan habersizce bir kaç müşterinin ne içip, ne yiyeceklerini sorarak geçiriyorlardı vakitlerini sanki. adam umarsızca makinadan çıkan bardakları kuruluyordu, kurulamayı refleks olarak yaptığı belliydi. alıyordu, içine ve dışına bez gelecek şekilde siliyordu, tezgaha koyuyordu. alıyordu, içine ve dışına bez gelecek şekilde siliyordu, tezgaha koyuyordu. alıyordu, içine ve.. nispeten uzun boylu olanı ise tost makinasında kurumuş ekmek kırıntılarını ve peynir kurularını törpülüyordu. elleri hızlıydı, kahvaltı bıçağıyla her tost makinasının çelik yüzeyine vurduğunda derinlerden gelen ses biraz daha kayboluyor, metallerin delici sesi ortaya çıkıyordu. babamın cenazesi soğuk hamburgerden farksızdı. dedi yüksek sesle. bir an metal sesi kayboldu. kafe irkildi ve kendine geldi. donuk yüzünde yaşam belirtisi gösteren bir çift göz ile bakakalmıştı, uzun. kahvaltı bıçağını kavrayan elinin hizasında kızın kafası vardı. kız dişlerini sakınmadan güldü yabancıya.

"iki sade kahve yolla." dedi.
"bok ye."
"yok mu sende hiç merhamet?"
"merhamete ihtiyacı olanlarda olur merhamet."

ısrar etmedi, kahve içmeden de oturabilirdi pekala. sadece çişi gelmişti. gözleriyle tuvaleti aradı, çantasını alıp gitti. aradan tuvaletten çıkmasını bekleyen iki bayanlık bir zaman geçti. hala içerdeydi.

"girip baksak iyi olur."
"emin misin?"
"evet iyi olur."

girip bakmadılar. uzunu çağırdılar. kapıyı açtı,

"kokain bu moruk, kokain." dedi kız, yine dişlerini sakınmadan gülüyordu. kucağına alıp masaya götürürken susmuyordu.

"köpeklerimi çok seviyorum. az evvel evcilleştirilmiş birini daha sokağa fırlattım biliyor musun? ve ne kadar da isabetliydin. merhamet. köpeklerimi seviyorum. onlara gerçekten bir köpekmiş gibi davranıyorum. sıra sana gelmedi henüz ve evcilleşmelerine izin vermiyorum. baksana, beyzbol sopan hala yatağın altında mı? çağdaş dünya edebiyatı hakkında ne düşünüyorsun? yazarlar bu dünyanın orospularıdır. bu orospu çocuklarına dersini vereceğim. hepsi bu. anlıyor musun, hepsi bu!!"

sandalyeye yaymıştı kıçını, iki sıcak, sade kahvesi masadaydı ve masayı ortalayan avizeden düşen ışık kahvenin yüzeyinde dalgalar yaratıyordu. aksini görebilecek kadar siyahi, iki fincan kahve. kendinden tiksindi ve kahvesine tükürdü. gördüğü evcilleşmiş bir köpekti.

doğaya aykırı değil miydi bu? onun için en doğal somut varlık vitrin mankenleriydi. doğa anca bu kadar suni alt tabakalarda yaşam bulabilirdi. saat bir. saat üç. saat beş. iyi yolculuklar.

2 yorum:

edagbulut dedi ki...

okumaktan bukowski kokmaya başladın.

hey man nice shot'ı iyi ki koymuşsun. dizi müziklerinden ha.

SURREALISM dedi ki...

Öfken geçtiğinde, ötekiyle kurduğun benzeşme anlaşması da sona erecek.